Yusuf Suresinin 53. Ayeti Ne Anlatıyor?
Yusuf suresinin 53. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Hz. Yusuf’un (as.) temize çıkmasını anlatan âyet; Yusuf suresinin 53. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz…
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf, 12/53)
BERAAT KARARI
Bilgi:
Hz. Yûsuf -aleyhisselâm-, kralın rüyasını bütün ayrıntılarıyla tabir etmişti. Kral bu güzel yorum karşısında şaştı kaldı. Yûsuf’u tanımak istedi. Onun zindandan çıkarılıp getirilmesini istedi. Hz. Yûsuf -aleyhisselâm-ise önce hakkındaki ihanet ve iffetsizlik iftirasının, olayı bilen Mısır kadınlarına sorulmasını istedi. Kadınlar Yûsuf’un suçsuz olduğuna şahitlik ettiler. Züleyha da suçunu itiraf etti. Böylece Yûsuf’un efendisine ihanet etmediği anlaşıldı ve hakkındaki hüküm bozuldu. Kral da onu hazinenin başına getirdi. Ayet, Hz. Yûsuf -aleyhisselâm-’ın, aklandığında söylediği mütevazı sözlerini bize bildirmektedir.
Mesaj:
- Günahlar karşısında kendimizi güvende hissetmek doğru değildir.
- Allah, sabredip güzel davrananlara büyük nimetler verir.
Kelime Dağarcığı:
Nefs-i Emmâre: Kişiye günahı ve kötülüğü emreden nefis.
Kaynak: Diyanet, Kur’an-ı Kerim’den Serlevha Ayetler
TEFSİR
- Yûsuf şunu söyledi: “Benim böyle davranmam, efendimin, evde bulunmadığı sırada kendisine asla ihânette bulunmadığımı bilmesi içindir. Çünkü Allah, hâinlerin tuzağını hiçbir zaman başarılı kılmaz.”
- “Buna rağmen yine de kendimi büsbütün temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin merhamet edip koruduğu kimseler dışında, nefis insana sürekli kötülüğü emreder. Rabbim, elbette çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”
Müfessirlerin çoğuna göre bu âyetlerde yer alan ifadeler, Yûsuf peygamberin kralın elçisine söylediği sözlerden ibarettir. O bu sözlerle, kralın davetini kabul ederek zindandan neden bir an önce çıkmadığını, kadınların hesaba çekilmesini neden istediğini açıklamaktadır.
Bazı müfessirler ise bu sözleri Aziz’in hanımına nispet etmektedir. Buna göre o hanım sözüne devamla, kendisinin Yûsuf’un gıyâbında ona hıyânet etmediğini, doğruyu söylediğini Yûsuf bilsin diye hakikati itiraf ettiğini, çünkü Allah’ın, hâinlerin hile ve tuzaklarını asla başarıya ulaştırmayacağını artık anladığını belirtmek istemiştir. Bununla beraber kendisini temize çıkarmadığını, her zaman kötülük yapmayı emreden nefse bir kere uymuş olduğunu; ancak çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olan Allah’ın koruduğu kimselerin nefsin şerrinden kurtulacaklarını; doğruyu söylediği için de Rabbinin mağfiret ve rahmetini ümit ettiğini söylemiştir.
Her iki ihtimale göre de 53. âyette zikredilen “Rabbimin merhamet edip koruduğu kimseler dışında, nefis insana sürekli kötülüğü emreder” beyânı, dikkatleri, terbiye ve tezkiye olmamış nefsin kötülüğü emredici olmakla münâsebeti üzerine çekmektedir. Gerçekten de insan nefsinin, fıtrat olarak daima şehvete, günaha ve fenalık tarafına meyletme; bütün gücüyle kötülüğü telkin etme özelliği vardır. Nefis kendi kuvvetini ve emrindeki vasıtaları hep o cihette kullanmak ister. Bu sebeple insan sırf kendi nefsine kalırsa fenalığa sürüklenir. Dolayısıyla nefsin bu zarar verici yapısını iyi tanımak ve onun fırsat bulduğunda rûhânî melekeleri dumura uğratacağından emin olmamak gerekir.
Resûlullah (s.a.s.), ilâhî bir tezkiye ve terbiye ile en temiz nefse sahip olmakla birlikte, ümmetini nefsin şerrine karşı uyanık olmaya çağırmak üzere şöyle dua ederdi:
“Allahım! Senin rahmetini umuyorum, beni göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefsime bırakma. Halimi tümüyle düzelt senden başka ilâh yoktur.” (Ebû Dâvûd, Edeb 100-101/5090)
Şâir Hâmî, nefs-i emmârenin kötülüğünden sakındırmak üzere der ki:
“Bana hiç nefs-i emmârem gibi sû-i karîn olmaz
Bu düzd-î hânegînin kimse şerrinden emîn olmaz.”
“Bana, dünyevî zevklere meyletmek arzusu veren nefsim kadar kötü bir arkadaş yoktur. «Ev hırsızına kilit olmaz» dedikleri gibi, hakîkaten bu sinsi hırsızın şerrinden kimse emîn olmaz.”
Ahmed Harraz (k.s.) nefsi şöyle tarif eder:
“Nefis, durgun duran bir suya benzer. Dıştan bakılınca pâk ve temiz… Ama biraz karıştırılınca, dibinde saklanmış olan hastalık mikropları meydana çıkar. İşte nefis de böyledir. Ulaştığı mertebeyi anlamak için onu denemelidir. Hem de mihnet ve meşakkatle… Boş arzularına karşı çıkmakla… Nefsin içinde saklı hallere vâkıf olmayan, ne cesaretle Rabbine karşı irfan duygusuna sahip olduğunu iddia etmeye kalkar!…” (Velîler Ansiklopedisi, I, 309)
Mevlânâ Hazretlerinin verdiği şu misal ise nefsin mâhiyetini izah bakımından gerçekten pek ibretlidir:
“Bir gün bir akrep ırmağın kenarında dolaşıyordu. Birdenbire bir kaplumbağa akrebin yanına gelip ona:
«- Burada ne yapıyorsun?» dedi. Akrep:
«- Irmağın öte yanına geçmek için bir çare arıyorum; çünkü benim bütün kavim ve çocuklarım ırmağın öte yanındadır» diye cevap verdi. Kaplumbağa da şefkati ve yabancıya iyi davranması sebebiyle onu en yakın bir akrabası imiş gibi sırtına alıp su üzerinde yüzmeye başladı. Irmağın ortasına gelince akrebin sokmak arzusu uyandı. Kaplumbağanın sırtına iğnesini dokundurdu. Kaplumbağa:
«- Ne yapıyorsun?» diye sordu. Akrep:
«- Hünerimi gösteriyorum. Sen bana iyilik edip yarama merhem oldun. Ben de sana iğnemi sokuyorum. Benim göstereceğim şefkat de ancak budur» dedi. Bunun üzerine kaplumbağa hemen suya daldı ve akrep boğuldu.”
Mevlânâ bu hikayeyi anlattıktan sonra şu beyitleri okudu:
“Haydi! Kötü nefsi öldürün! Bu hususta ihmal göstermeyin. Onu diri bırakmayın, çünkü o akreptir.”
“Câhil yakınlık gösterse de sonunda câhilliğinden ötürü seni incitir.” (Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 497)
Unutmamak gerekir ki, Hz. Yûsuf ile Aziz’in hanımı hadisesinde, netice itibariyle ilâhî aşk, nefsanî aşka üstün gelerek onu mağlup etmiştir. Hz. Yûsuf’un kin, öfke ve ihtirasla dolmuş düşmanları bile, nefsâniyeti bir yana bırakarak, gerçeği söylemek ve hakikatin şâhitliğini yapmaktan kendilerini alamamışlardır. Burada dikkat çeken husus, Hz. Yûsuf’un sahip olduğu pek yüce temizlik, iffet ve fazilet mertebesidir. İşte böyle bir iffet, fazilet ve bunun celbettiği ilâhî rahmet ve mağfiret tecellisiyle ihtiraslar sönmekte, gayzlar, öfkeler, intikam duyguları silinmekte, bencillikler ortadan kalkmakta ve neticede hak ve hakikat aşkından başka hiçbir şey ayakta kalmamaktadır.
Hazret-i Yakub ve Yusuf Peygamberler’in Hayatı
Benzer Konu Başlıklarımıza Bakmaya Ne Dersiniz ?
İlk yorum yazan siz olun.