Adab-ı Muaşeret Nedir? Adab-ı Muaşeret Kuralları Nelerdir?
Muhterem okurlarımız. Bu sohbetimizde toplum ahlakının temeli olan adab-ı muaşeret mevzusunu işleyeceğiz. Sohbetimiz içerisinde, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden, Ashab-ı Kiram ve Allah dostlarının hayatlarından örnekler vererek Adab-ı muaşeret nedir ve Adab-ı muaşeret kuralları nelerdir sorularına cevap vermiş olacağız. Ayrıca adab-ı muaşeretle alakalı şair Nabi’nin yazdığı Sakın Terk-i Edepten şiiri ve müthiş hikayesini de kesinlikle okumanızı tavsiye ediyoruz. Yine bu konu ile alakalı Komşu Hakkı Nedir? ve Cenaze Namazı Nasıl Kılınır? adlı sohbetlerimizi de göz atabilirsiniz.
Edep Nedir?
Edep, yüce ve ahlâki vasıfların kemale ermesi, terbiye, nezaket, namus, ırz, iyi tavır ve muamele manasına gelir. Fakihlere göre edep, farz, vacip ve sünnetlerin dışında şeriatın yapılmasını teşvik ettiği güzel görülen işlerdir. Tasavvufta ise, çeşitli hatalardan korunmaya sebep olan şeyi bilmektir. Bunun için “Edep, dinimizin üçte ikisidir” denilmiştir.[1]
İmamı Rabbanî (k.s): “Bu yolda kaybedip zarar eden, bu yola girdiği halde adabına riayet etmeyen şahıstır.”[2] buyuruyor.
1- Edebe Mugayir Hareket Kişiyi Dinden Dahi Çıkarabilir
Cenab-ı Hak (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin (s.a.v.) sesinden daha yüksek çıkarmayın ve (ona söz söylerken) birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle söylemeyin zira amelleriniz habtolur (hiçe gider) de haberiniz olmaz.[3]
Hucurat Suresi, 2
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri bu Ayet-i Kerime’yi şöyle izah etmektedir:
“Burada yasaklanan yüksek ses ve bağırma, istihfaf (hafife alma) ve ihanet için yapılanlar değildir. (Çünkü onlar zaten küfürdür.) Bilakis konuşma esnasında, istihfaf ve ihanet için olmasa bile onu vehmettirecek derecede sesi yükseltmek yasaklanmıştır. Çünkü kişi inkâr etmese dahi yüksek sesle konuşmayı adet edinirse, bu onu zamanla istihfafa, istihfaf ihanete götürebilir ki ihanet küfürdür.”[4]
Bu Ayet-i Kerime nazil olduktan sonra Sahabe-i Kirâm’ın (r. anhüm), bu hususta ne kadar dikkatli olduğunu gösteren bir rivayet şöyledir:
“Buhari ve Müslim Enes (r.a.)’den rivayet etmişlerdir ki bu ayet nazil olunca Sabit bin Kays (r.a.) evinde oturmuş ‘ben ehl-i cehennemden oldum’ diyerek kendini hapseylemişti. Hz. Peygamber (s.a.v.), Sa’d bin Muâz (r.a.)’a: “Ya Ebâ Amir, Sabit ne halde, rahatsız mı?” diye sual edince Sa’d (r.a.); ‘O benim komşumdur. Rahatsızlığını bilmiyorum’ demiş ve Hz. Sabit’e durumunu sormuştu. Sabit (r.a.); ‘Bu ayet indirildi, hâlbuki ben sizin en yüksek seslinizim. Demek ki ben ehl-i cehennemden oldum’ demişti. Sa’d bunu Hz. Peygamber’e söyleyince Rasülüllah (s.a.v.): “Hayır, o ehl-i cennettendir.” buyurmuşlardı.”[5]
2- Huy Değişmez Değildir
Çirkin huyları güzel huylara çevirme işine tehzîb-i ahlak denir. Bu değiştirme her zaman mümkündür. Mümkün olmasaydı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Ahlakınızı güzelleştirin” diye buyurmazdı. “Huy canın altındadır. Can çıkmadıkça huy çıkmaz” sözü bazı huylar için geçerli olmakla birlikte, her yönüyle doğru değildir. Bazı huyları değiştirmek güçtür, ama imkânsız değildir.[6]
Muaşeret Nedir?
Yukarıda tanımladığımız üzere Edep, yüce ve ahlâki vasıfların mükemmel olması, terbiye, nezaket, namus, ırz, iyi tavır ve muamele manasına gelir. Muâşeret de, karışmak ve iç içe olmak manalarına gelir.[7] Uzletin, yani herkesten uzak olup bir köşeye çekilmenin zıddı olarak kullanılır. İnsanlarla beraber yaşamaktır. Adab-ı Muaşeret ise bu beraberlikte riayet edilmesi gereken edepleri ifade eder.
Adab-ı Muaşeret nedir diye sorulduğunda denilmiştir ki; Muaşeret adabı, insanlarla beraber olan fakat kalbi ile onlardan ayrı olmasını bilendir.[8]
Bu girizgahtan sonra, âdab-ı muaşeret kuralları diğer kuralları kapsayıcı olarak 5 başlığa ayrılır:
1- İnsanları Dışlamamalı, Onları İdare Etmeli
Ebu’d-Derda (r.a), “Kişi kardeşinde bir kötülük gördüğünde kardeşine değil, yapılan o kötü işe kızmalıdır” buyurur ve bu hususu şöyle izah ederdi. “Şu’ara suresinin 216. Ayet-i Kerimesinde, ‘Sana karşı gelirlerse, onlara ben sizin yaptığınızdan beriyim de’ buyruluyor. ‘Sizden beriyim’ buyrulmuyor.”
Günah işlemiş bir genç hakkında onu kovması gerektiğiyle alakalı sitemlere ise: “Subhanallah, hiç arkadaş yaptığı işten dolayı terk edilir mi? Şimdi o darda ve sıkıntıdadır. Din kardeşine daha çok muhtaçtır. Bunun için elinden tutmak ve bu halinden kurtulması için dua etmelidir” şeklinde cevap verirlerdi.[10]
Sahabî Vâsıle bin Eskâ (r.a.), Şam’da 83, veya 85 veya 86 tarihinde vefat etmiştir. İmam-ı Azam hazretleri ondan iki hadis-i şerif rivayet etmiştir. Bunlardan birinde şöyle buyurulmaktadır:
Din kardeşinin başına gelen bir belaya sevinme! Zira, Allah ona afiyet verir de seni müptela kılar, sana bela verir[12]
Hadis-i Şerif
Ebu’d-Derdâ hazretlerinin ifadesiyle müdârâtın (insanları idare etmenin) manası: “Kalplerimizle kendilerine buğz ettiğimiz topluluğun yüzüne gülmemizdir.”[13]
Hadis-i şerifte: “İnsanları idare etmek sadakadır.”[14] Yine: “Farzları eda etmekle emrolunduğum gibi, insanları idare etmekle de emrolundum”[15] buyrulmuştur.
Aişe (r. anha) anlatıyor: Bir adam, Rasülüllah (s.a.v.)’in yanına girmek için izin istedi. Rasülüllah (s.a.v): “İzin verin girsin. Aşiretinin pek kötü kardeşidir” buyurdu. Fakat huzuruna girince onunla yumuşak konuştu, ona iyi davrandı. Hatta onun Rasülüllah (s.a.v.) yanında hususi bir yeri var zannettim. Yanından çıkınca: “Ya Rasülallah, onun için söylediğinizi söyledikten sonra onunla yumuşak konuştunuz” dedim. Şöyle buyurdu:
Ya Aişe, kıyamet gününde Allah’ü Teala’nın katında insanların en şerlisi, kötülüğünden sakınmak için, insanların terk ettiği kimsedir.[16]
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki: “Kardeşine, ister zalim isterse mazlum olsun yardım et.” Bunun üzerine Ashab-ı Kiram (r. anhüm.): Zalime nasıl yardım ederiz deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Onu zulümden menederek.” şeklinde cevap verdiler.[17]
2- Kötülüğe Kötülükle Karşılık Vermemeli, İnsanların Eziyetlerine Tahammül Etmeli
Rivayet olunduğu üzere Musa (a.s.) kendisi hakkında ileri-geri konuşanlara şahit olup üzülmüş ve bu üzüntüyle Cenab-ı Hakk’a şöyle niyaz etmiş: “Ey Rabbim, senden, bende olmayan şeylerin, benim için söylenmesine müsaade etmemeni istiyorum“. Cenab-ı Hakk Musa (a.s.)’a şöyle vahyetti: “Ben onu kendi zatım için yapmadım. Senin için nasıl yaparım”.[18]
İsa (a.s.) Yahudilerden bir topluluğa uğramıştı. Onlar İsa (a.s.) için şer söylediler. O ise onlara hayır konuştu. Bu hususta kendisine sual edildiğinde: “Herkes kendi indinde olan şeyden infak eder,” buyurdu.[19]
Bir adam gelip, Ebu Hüreyre (r.a)’a: “Sen Ebu Hüreyre misin?” demişti. Ebu Hüreyre (r.a): “Evet, benim” deyince adam: “(Seni) Zerîre[20] hırsızı!” diye Ebu Hüreyre’ye hitap etti. Ebu Hüreyre (r.a):
“Ya Rabbi, eğer o doğru söylüyor ise beni affet. Eğer yalan söylüyor ise onu affet. Bize zulmedene böylece istiğfar etmemizi Rasülüllah (s.a.v) emretti” buyurdu.[21]
Abdullah bin Ebi Bekir (r. anhüma) buyuruyor: “Bir adam bana şöyle anlattı: Huneyn savaşı günü ayağımda sert ve ağır bir ayakkabı vardı. Onunla Rasülüllah’ın (s.a.v.) ayağına bastım. O elindeki bir sopa ile beni dürttü (beni savdı) ve: “Bismillah, canımı acıttın”, buyurdu. Sonra bütün gece “Rasülüllah (s.a.v.)’e acı verdim”, diye nefsimi ayıplayarak sadece Hz. Allah’ın bileceği hal üzere sabahladım. Sabah olduğu vakit bir adam filan nerededir, diyordu.
Ben, bu muhakkak dünkü şeyden dolayıdır diyerek ve korku içinde Rasülüllah’ın (s.a.v.) huzuruna vardım. Bana şöyle buyurdu: “Dün ayağıma basıp canımı acıtmıştın, ben de sopa ile seni savmış idim. Şimdi sen ona mukabil şu seksen koyunu al” buyurdu.[22]
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:
Kuvvetli (pehlivan), hasmını yere seren değil, gadap halinde kendine sahip olandır.[23]
Hadis-i Şerif
Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir mecliste Peygamberimiz (s.a.v.) ile beraber idiler. Bir adam geldi ve Hz. Ebu Bekir (r.a.)’a sövdü. O ise sükût ediyordu. Peygamberimiz tebessüm ediyordu. Hz. Ebu Bekir (r.a.), (onun tebessümünü görünce) o adamın söylediği sözlerden bazısını kendisine iade etti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gadaplandı ve meclisten çıktı. Hz. Ebu Bekir (r.a.) arkasından yetişerek: “Ya Rasülellah, o bana kötü sözler söyledi ve siz tebessüm buyurdunuz. Ben dediklerinden bazısını iade ile cevap verince gadaplanıp kalktınız” diye sual etti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Sen sükût ettiğinde, o şetmedene cevap veren yanında bir melek vardı. Ne zaman ki konuştun, şeytan hazır oldu. Ben şeytanın oturduğu bir mecliste oturucu olamam,” buyurdular.[24]
Akşemseddin Hazretleri: “…Velî, toprak gibidir. Toprağa her türlü kötü şey atılır. Fakat topraktan hep güzel şeyler biter” buyururlar.[25]
Başka bir Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:
Mü’min taze ekin gibidir, rüzgâr onu hareketlendirir; bazen yatırır, bazen düzeltir. Bu, eceli gelinceye kadar böyle olur. Kafir ise, kökleri üzerine yere çakılmış sedir ağacına benzer; rüzgâr onu kıpırdatamaz ama, bir defada kuruyup yıkılır.[26]
Hadis-i Şerif
3- Haset Etmemeli, Mütevazi Olmalı
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Size, sizden önceki ümmetlerin hastalığı olan haset ve kin sirayet etmiş. Bunlar kazıyıcı şeylerdir. Ama bunlar saçları değil, dini kazırlar. Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki birbirinizi sevmedikçe (hakiki) mümin olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir işi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız.”[27]
Tevazu, “Kişinin, herkesi kendinden üstün görmesi, insanların kendisini takva ve iyilik gibi meziyetler ile yâd etmesinden hoşlanmamasıdır.” Tevazuun zirvesi, “Evinden çıktığında, karşılaştığı herkesi, kendisinden hayırlı görmesidir.”[28]
Hükemadan birisine, “Haset edilmeyecek bir nimet, sahibine acınılmayacak bir belayı bilir misin?” denildiğinde: “Kıskanılmayacak nimet tevazu, sahibine acınılmayacak bela kibirdir.” demiştir.[29]
Rasülüllah (s.a.v.) bir yolculukta idi. Ashabına bir koyun kesip temizlemelerini emretti. Birisi: “Ya Resülallah, boğazlamayı ben yaparım” dedi. Bir başkası: “yüzmeyi ben yaparım”, bir başkası da “Pişirmeyi de ben yaparım” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Odun toplamayı da ben yaparım” buyurdu. Ashab-ı Kiram “iş yapmak için biz yeterliyiz”, dediler. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimiz: “Sizin yeterli olduğunuzu ben de biliyorum, fakat kendimi sizin üstünüzde tutmak bana hoş gelmez. Çünkü Allah Sübhanehü ve Teala Hz. kulunun, arkadaşları arasında kendisini üstün tutmasını kerih görür.” buyurdu.[30]
Ömer bin Abdülaziz (r.h.)’e bir gece misafir gelmişti. Kendisi bir şeyler yazıyordu. Bu arada kandil sönmek üzereydi. Misafir “kandili ayarlayayım mı?” deyince: “Misafirine iş yaptırmak kişinin keremine yakışmaz” dedi.
Misafir: “O halde hizmetçiyi kaldırayım” deyince de: “Hayır o yeni uyumuştur” deyip kendisi kalktı, yağdanlığı aldı, kandile yağ doldurdu. Misafir: “Ya emiral müminin, siz bunları kendiniz mi yapıyorsunuz?” deyince: “Ne var! Kandile yağ doldurmaya gittiğimde Ömer’dim, döndüğümde yine Ömer’im. İnsanların en hayırlısı Allah katında alçak gönüllü olandır” buyurdular.[31]
Burada bir hususa dikkat etmek gerekir. Tevazu, sadece Allah rızası içinse, tevazudur. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar: “Kim zengine zengin olduğu için tevazu gösterirse dininin üçte ikisi gitmiştir.”[32]
Bir Hadis-i Şerif’te ise tevazu sahibi olanlara tevazu ile; kibirli olanlara kibir ile muamele etmek emredilmiştir:
“Ümmetimden mütevazi olanları gördüğünüz vakit siz de onlara mütevazi olun. Kibirli olanları gördüğünüz vakit de yine onlara karşı kibirli olun. Çünkü (böyle yapmanız) o mütekebbirlere bir zillet ve alçaklık olur.[33]
Hadis-i Şerif
4- İkramda Kusur Etmemeli Nezaket Sahibi Olunmalı
Rivayet olunduğu üzere, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) evlerinden birine dahil olmuştu. Arkasından Ashab-ı Kiram da girmiş ve ev dolmuştu. Biraz sonra Cerir bin Abdullah (r.a.)[34] gelmişti. Fakat oturacak yer bulamadığı için kapı önünde oturmuştu. Peygamber Efendimiz ridasını (elbisesini) katlayıp ona doğru atmış ve “Bunun üzerine otur” buyurmuştu. Cerir (r.a.) onu almış, yüzüne sürmüş, öpmüş ve ağlamış, sonra dürüp Peygamberimiz (s.a.v.)’e göndermiş, “Ben sizin giydiğiniz elbisenin üzerine oturamam, bana ikramda bulunduğun gibi Allah-ü Teala da sana ikramda bulunsun” demişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz sağına ve soluna baktı ve “Bir kavmin kerimi size gelince ona ikram ediniz” buyurdu.[35]
Başka bir Hadis-i Şerif’te ise şöyle buyrulmuştur: “Meclislerin en hayırlısı kendisinde kıbleye dönülen ve kendisine oturmayı murat edenler için yer açılan meclistir”[36]
Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor: Rasülüllah (s.a.v) mescitte oturuyordu. Etrafında da ashabı vardı. Bu sırada Hz. Ali içeri geldi ve selam verdi. Sonra oturacak boş bir yer bulmak için etrafına bakındı. Rasülüllah (s.a.v) Hz. Ali’ye kim yer verecek diye, eshabının yüzüne bakmaya başladı. Hz. Ebu Bekir (r.a) de Rasülüllah’ın sağ tarafında oturuyordu. Oturduğu yerden kenara çekilip, “Buyur, buraya otur ya Ebe’l-Hasen” dedi. Hz. Ali (r.a.) de Rasülüllah (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ın arasına oturdu. Rasülüllahın yüzünde sevinç alameti gördük. Sonra Hz. Ebu Bekir’e doğru döndü ve: “Fazilet sahiplerinin faziletini, ancak fazilet ehli bilir” buyurdular.[37]
5- Üzerine Çeki-Düzen Vermeli
İnsanlarla oturmanın birçok adabı vardır. Bunların başında şu zikredilir: “En güzel elbiseyle, en güzel heyetle (üstüne başına çeki düzen vererek) abdest üzere kardeşinle oturmaktır”[38]
Aynaya, heyetinden bir şeyi düzeltmek için bakmak sünnettir. Aynaya baktığı zaman şöyle dua eder: “…Ya Rabbi! Yaradılışımı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzel kıl”[39]
İmam-ı Rabbani (k.s.) Hz. şöyle buyurur: “Ey kardeş, Hak Sübhanehü sana şu makamı ikram etmesi haysiyetiyle; En güzel ve etem vech ile bu nimetin şükrünü eda etmen, halkın nefretini mucip bir işin sudurundan kaçınman lazımdır. Zira bu vebal-i azimdir”[40]
Yine İmam-ı Rabbani (k.s.) “Talebelerin ve senden istifade eden insanların nazarında kendini güzel göstermen lazımdır”[41] buyurur.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Muhakkak Allah, nimetinin eserinin, kulunun üzerinde görülmesini sever”[42]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) elbiseler içinde en çok gömleği sever ve Ebu Davud ile Tirmizi’nin rivayet ettiği[43] hadis-i şerife göre gömleğinin kolu bileklerine kadar olup, uzun kollu giyerdi.
Ashabına şöyle buyururlardı:
Sizler arkadaşlarınız üzerine birer rehbersiniz. Onların bineklerini (oturduğu-kalktıkları yerleri) ve elbiselerini düzeltin. Ta ki sizler insanlar arasında en güzel heyet ve tarz üzerine olasınız. Zira Allahü teala çirkinliği ve çirkinleşmeyi sevmez.[44]
Hadis-i Şerif
Zamanının imkânsızlıkları sebebiyle elde olanla yetinmeyi tavsiye ederken dua ve temennilerinden biri de ashabını en güzel elbiseler içinde olduklarını görmek idi.
Sahabî Talha b. Amr el-Basrî (r.a.) anlatıyor: Bir kimse Rasülüllah (s.a.v)’in yanına geldiği zaman, eğer bir tanıdığı varsa onun yanında kalırdı. Eğer tanıdığı yoksa Ashab-ı Suffe’nin yanında misafir olurdu. Ben de Ashab-ı Suffe arasında kaldım. Bir zat, her gün Rasülüllah’ın gönderdiği bir sepet hurma getirirdi. Onu yerdik. Bir gün Rasüllüllah (s.a.v.) namazdan sonra selam verdiğinde bizden (Ashab-ı Suffe’den) biri: “Ya Rasülallah, Hurma midelerimizi yaktı. Elbiselerimiz yırtıldı” dedi. Resülüllah (s.a.v.) minbere çıktı, Allah’a hamdetti ve buyurdu ki:
“Ben ve ashabım bazen on gece misvak ağacının meyvesinden başka yiyecek bulamazdık. Ensar’dan olan kardeşlerimizin yanına geldik. Onların en iyi yiyecekleri hurma idi. Bizi sofralarına ortak ettiler. Vallahi, ekmek ve et bulsam elbette sizi bunlarla doyururdum. Ama siz öyle bir zamana yetişeceksiniz ki, Kabenin örtüleri gibi elbiseler giyeceksiniz…”[45]
İlk yorum yazan siz olun.