Gerçek Bayram Nedir?
GERÇEK BAYRAM NEDİR?
Muhterem Kardeşlerimiz!
Cenâb-ı Hak, ömrümüzü bir Ramazan-ı Şerîf rûhâniyeti içinde devam ettirmesi ve son nefesimizin bir bayram sabahı olmasını, lûtfuyla, keremiyle, Cenâb-ı Hak ikram eylesin cümlemize…
Bu sohbetimizin mevzuu:
–Gerçek mânâda bayram nedir?
–Bayram neyin mukâbilidir ve bayram nasıl ihyâ olunabilir?
Muhterem Kardeşler!
Bu cihan, fânî, geçici bir imtihan dershânesi… Bu dershânede imtihanı kazanabilmek, gerçek bayramı elde edebilmek, yani bu son nefeste şefaat ve cennete nâil olabilmektir. Bunun bayramını yaşayabilmektir esas. Ve buradaki bayramlar, o bayrama hazırlık mahiyetindedir.
O bayrama nâil olanlar için Cenâb-ı Hak:
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
buyuracak. Bir müjdeleyecek. “Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn, 58) buyruluyor.
Bu dershânede imtihanı kazanabilmek, nefsânî arzuları bertaraf edebilmek, rûhânî istîdatları inkişâf ettirebilmekle ancak mümkündür. Nefsânî arzular, imtihan için verilmiştir. Cennetʼte nefsânî arzular yok, tamamen rûhânî temâyüllerle müzeyyen olacağız -inşâallah-. Dünyadaki bu nefsânî arzular, aldatıcı bir seraptan başka bir şey değil.
Bu sebeple elem ve sürurlarla dolu olan bu fânî dünyada insana huzur verecek olan, takvâ ile yaşanan bir ömürdür. Elemler, ıztıraplar, hastalıklar, gelen iptilâlar, sabır ve teslîmiyetle bertaraf edilecek.
Müʼmin, dâimâ İslâmʼın verdiği rûhâniyetle mütebessim olacak.
Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Müʼminin hâli ne kadar güzeldir, ne kadar hayret vericidir. Zira her işi onun için hayırdır. Bu hâl ise sadece müʼmine hasdır.” Allah Rasûlü buyuruyor. “Sevindirici bir şeyle karşılaşırsa şükreder.” İbadetler, tâatler, hayır-hasenatlar vs. Ona muvaffak olduğu zaman, Ramazân-ı Şerîfʼlerin ihyâsı, bayramların ihyâsı… şükreder ve kazanır. “Üzücü bir şeyle karşılaşırsa ona da sabreder, (teslimiyetle karşılar) yine kazanır.” (Bkz. Müslim, Zühd, 64)
Yani müʼmin dâimâ bir huzur içinde olacak. Çünkü müʼmin, dâimâ Cenâb-ı Hakkʼın kendisiyle beraber olduğunun idrâki içinde yaşayacak.
Velhâsıl gerçek bayram, takvâ üzere yaşanan bir hayatın lûtfettiği bir huzur hâlidir. Yine gerçek bayram, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmenin mânevî bir şehâdetnâmesidir.
Aksi hâlde bayramların bir mânâsı olmaz. Herhangi bir bayram, Cenâb-ı Hak bayram emretmiyor bize. Muayyen, iki merhaleden sonra bize Cenâb-ı Hak iki tane bayram lûtfediyor dünyevî olarak.
Velhâsıl nefsânî arzular peşinde koşan kişiye, halk ağzında bir ifade vardır, -af edersiniz- “Deliye her gün bayram.” denir.
Bizim gençliğimizde “Büyük Doğu” çıkardı Necip Fâzılʼın. Orada bu hayatı çılgınca yaşayanlar için: Niçin dünyaya geldi? Kimin mülkünde yaşıyor? Yolculuk nereye? Niçin bu nîmetler kendisine verildi? Bunun farkında olmayanlar için Büyük Doğuʼda, bir baş makâlede Necip Fâzıl Bey güzel bir ifade kullandı bayram için:
“Deliyi akıllandıracak, muzdaribi sevindirecek hakîkî bayram hangi hamleye muhtaçtır?”
Velhâsıl müslümanlar için bayram bir ictimâîleşme günüdür. Beraberlik günüdür. Müşterek bir sevinç günüdür. Yalnız başımıza bir bayram namazı kılamayız. Tek, kendi kendimize bayramlaşamayız.
Cenâb-ı Hak bizi dâimâ ictimâîleşmeye sevk etmektedir. Yani beraberliğe.
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
diyoruz her rekâtta, Fâtihaʼda.
“Rabbimiz, ancak Sana kulluk ederiz…” (el-Fâtiha, 5)
Yani ictimâî, ictimâîleşme, hep beraber. Bu hep beraber Cenâb-ı Hakkʼa kulluğun neticesinde:
وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“…(Yâ Rabbi) ancak Senʼden yardım dileriz.” (el-Fâtiha, 5)
Bayramlar da işte böyle güzel bir ictimâîleşme günleri. Bir tatil günleri değil.
Bir hayata gelişi düşünelim. İnsanın bu dünyaya yavru olarak gözünü açması… Neyle başlıyor? Bir annenin çektiği bir doğum sancısıyla başlıyor. Kendisinin de, doğan çocuğun bir ağlamasıyla gerçekleşiyor. Dünyaya gelişin manzarası bu şekilde.
Yine rivâyet edildiğine göre, Âdem -aleyhisselâm-ʼın yaratıldığı insan kalıbına 39 sene hüzün, 1 sene sürur yağmuru yağmıştır, mecâzî olarak. Yani insanoğlunda keder ve hüzün, sevinç ve mutluluk, devam eder hayat boyu.
Tabi mühim olan, bu ıztırapları idealize edebilmek, bunları sabır ve tevekkülle bertaraf edebilmek. “Yâ Rabbi Senʼdendir” diyebilmek. Bu şekilde müʼmin dâimâ bir nikbin olacak, bir huzur hâlinde yaşayacak.
Zira müʼmin;
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])
Kalp, Cenâb-ı Hakʼla beraberliğin neticesinde büyük bir huzur hâli olacak. Her an, her gönül, bir dergâh hâline gelip bayramı yaşayacak.
Mühim olan bu çileler, ıztıraplar, zulümlerle dolu olan hayatı, ebedî bir hayatın sermâyesi yapabilmek.
Araplarda bir, üst üste eklenen şâirlerin (anonim) bir dörtlüğü vardır. Orada dünyaya gelişi, dünyadan gidişi güzel ifade eder:
اَنْتَ الَّذِي وَلَدَتْكَ اُمُّكَ بَاكِيًا…
“Seni annen doğurup dünyaya attığı gün, sen ağlıyordun. Etrafındakiler de gülüyordu, senin dünyaya gelmenin sevinciyle. Öyle bir hayat yaşa ki, arkandan, son nefesinden sonra; sana herkes hasret duysun…”
Yani bu geliş ve gidiş arasında gönül gözüyle bakılırsa hayat; sonsuz elemler, hüsranlar, ıztırap verici hâller ve boş hevâlarla dolu, nefsânî bir hayat.
Yalnız gaflet gömleğini yırtıp hayatını takvâ üzere yaşayanlar, yani Cenâb-ı Hakʼla beraber olanlar için hayat; ayrı bir zevk, gönle ufuklar açan ayrı bir tefekkür dünyası. Ölüm ise bir şeb-i arûs, yani bir vuslat olacak.
Bu hâli yaşayanlar, arkalarında, şu gök kubbede hoş bir sadâ bırakıp âhirete intikal etmişlerdir. Bütün Allah dostlarının durumu budur. Her zaman arkalarından rahmetle anılmaktadır. Cenâb-ı Hak öyle bir hayatı cümlemize nasip eylesin.
Cenâb-ı Hak böyle bir hayata bir müjde veriyor, son nefes bayramı:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allahʼtır deyip, sonra ثُمَّ اسْتَقَامُوا : (Allah Rasûlüʼnün) istikâmetinde (rûhânî hayatına) devam edenler için melekler iner (ölüm ânında): «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Bkz. Fussilet, 30)
İşte gerçek bayram. Bu bayrama, birinci bayrama hazırlanabilmek…
Yine melekler derler ki:
“Biz size dünya hayatında dost idik. Bundan sonra da size dostuz…” (Fussilet, 31)
Kabirde de öyle diyecekler melekler. Yalnızlık, tenhalık, bir gariplik, bir sessizlik. Bütün dünyadan antenlerin kopuşu. Yine “Melekler gelecek: «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» diyecekler.” (Bkz. Fussilet, 30)
Yine ba‘sü ba‘deʼl-mevt, kıyâmette de yine melekler gelecek:
“Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» diyecekler.” (Bkz. Fussilet, 30)
Demek ki çok sürprizli anlar yaşayacağız. Cenâb-ı Hak o sürprizli anları bu meleklerin müjdesiyle bize müjdelemiş oluyor.
Velhâsıl, bu fânî olan hayat sahnesinde gerçekleşen nefsânî ve dünyevî başarılar, gel-geç nefsânî sevdâlar, ancak deniz kenarında oynayan çocukların gelecek bir dalga ile yok olmaya mahkûm, kumdan yapılmış evleri gibi bir şeydir, o kabildendir.
Bu bakımdan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, gerek darlıkta, gerek bollukta, gerek ıztırapta, gerek sürurda ümmete dâimâ şu tebliğatta bulunmuştur:
“Esas hayat âhiret hayatıdır!” (Buhârî, Rikāk, 1)
Demek ki müʼmin, her ânını, esas hayatın âhiret hayatı olduğunu, dünyaya âhiret için geldiğini unutmayacak. Zaten bize mezar taşlarının, her giden cenâze arabasının, içindeki tahta kundağın bize verdiği imaj budur.
İnsanın yaratılış sebebi, Rabbine kulluktur. Onun bilinmesi, nefsin kontrol altına alınması, nefsini disipline etmesi, değişen şartlar altında da Rabbinden râzı olabilmesidir.
Dünya hayatında ferdî ve ictimâî müessirlerden bâzıları nefsânî, bâzıları da rûhânî duyguları tahrik eder. İşte bayramlar, bu duygular arasında insanda şefkat, merhamet, vefâ, diğergâmlık hislerini bileyler ve coşturur. Hem kendi hazzını, hem de başkalarını sevindirmenin hazzını taşır müʼmin.
Yine bayramlar, ferdin değil, toplumun mânevî sevincidir. Bu heyecanın paylaşılması ise, gönül iklimine girmek ve bütün müslümanları kardeş hissedebilmekle mümkündür.
Bayram, bütün müslümanlara sevgi, şefkat, nezâket ve muâvenettir/yardımdır.
Dünyamızda iki bayram var. Bunlardan biri, mübârek Ramazan-ı Şerîf bayramı, yaşadığımız. Bu Ramazan-ı Şerîf bayramı, takvâ üzere yaşanan bir ayın neticesinde Cenâb-ı Hakkʼın bizlere ihsân ettiği bereket dolu bir lûtuf günleridir. Yani senenin herhangi bir gününde verilmiyor bu bayram. Bir takvâ hayatından sonra, bir riyâzat hâlinden sonra. Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmenin bir şehâdetnâmesi olmak üzere bir bayram ikram ediliyor. Yani Ramazan-ı Şerîfʼin rûhânî bir şehâdetnâmesi oluyor bayram.
Elhamdülillah, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu Cehennemʼden kurtuluşa vesîle olan Ramazân-ı Şerîfʼin sonunda müʼminlere ikram edilen bir bayram yaşadık. Demek ki bayram, büyük fedakârlıklardan sonra gelen müşterek sevinç günleridir. Bayram, yanık gönüllere Cennet serinliği veren ilâhî bir ziyafettir.
Yine bayram, ne değildir?
Bir kesimin nefsânî arzularının girdabı içinde şımarıkça yaşadığı, israf çılgınlığıyla dolu, tâtil ve eğlence gibi şahsî mutluluk günleri değildir.
Bilâkis bayram, sıla-i rahimde bulunmak; eş-dost, başta akraba, onlarla olan yakınlığını teyid edebilmek. Diğer bir husus, geçmişlerin ruhlarını hayırla yâd etmek. Âhirete intikâl eden geçmişlerimizin ruhlarını yâd edebilmek. Onları ziyaret etmek, kabirlerini. Onlar adına sadakalar verebilmek. Bu, bilhassa mevtâlarımıza karşı vefâ borcumuzdur. Bayram da böyle bir gündür. Yani onlara bir bayram ettirmektir kabirlerinde.
Yine bayram, îman kardeşliğinin cemiyet plânında yaşanmasıdır. Dargınlıklar, kırgınlıklar; bunları ortadan kaldırmak, din kardeşleriyle kaynaşmak gibi, nice ictimâî ibadetlerin îfâ edildiği müşterek sevinç günleridir.
Bayramın bir mânâsı da Ramazân-ı Şerîfʼten aldığımız rûhâniyeti bir dahaki Ramazanʼa kadar muhâfaza edebilmektir.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruh- Hazretleri:
“Ne mutlu ona ki, Ramazan ayı kendisinden râzı olarak ayrılmıştır. (Yani bol ecirlerle Ramazanʼdan ayrılmıştır.) Ona da ne yazık ki Ramazan ayı kendisine dargın gitmiştir.” Allâh’ın bu lûtuf ve rahmetinin tuğyân ettiği bu günleri bir gafletle geçirmiştir.
Yine Ramazanʼdaki ibadetlerimizin kabulünün delili; (Benim Ramazanʼım kabul mü, değil mi?) bunun delili, Ramazanʼdan sonraki hâl ve istikâmetimizdir. Ne kadar bir tesiri var Ramazân-ı Şerîfʼin?
Muallâ bin Fadl, şöyle naklediyor:
“Selef-i sâlihîn (yani Allâhʼın dost kulları) Cenâb-ı Hakkʼa altı ay kendilerini Ramazanʼa ulaştırmaları için duâ ederlerdi. Altı ay da geçmiş Ramazanʼlarının kabulü için duâ ederlerdi.”
Hazret-i Mevlânâ da buyuruyor ki:
“Şefkat ve merhamette Güneş gibi ol!..”
Yani kâmil bir müʼmin, yalnız kendi evini aydınlatan bir kandil olmayacak, bir Güneş olmayacak. Bilâkis bütün yeryüzünde dünyası kararmışları, yalnızları, kimsesizleri, garipleri, onları müşfik sıcaklığıyla saran bir şefkat ve merhamet güneşi olacak bir müʼmin.
Nasıl bir Güneş, en kuytu yerlere kadar ışığını ve sıcaklığını veriyor? Nasıl oraya bir güzellik, güzel manzaralar veriyor Güneş? Ayʼı mehtap yapan Güneşʼin ışıklarıdır. Demek ki bir müʼminin gönül âlemi o şekilde olacak.
Yani gerçek bayram saadetinin seyredileceği en berrak ayna da, bayram ettirilen kırık gönüllerdir…
İlk yorum yazan siz olun.