Onlar birbirlerini çok severdi
En kıymetli Peygamber, bizim Peygamberimizdir, en iyi eshab Onun eshabı, en iyi ümmet de Onun ümmeti yani bütün Müslümanlar. Eshab birbirinin dostu idi ve birbirini çok severdi. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
([Resulullahın eshabı olan] sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.) [Âl-i İmran 110]
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mal ve canları ile cihad edenler ve hicret eden eshabı barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]
(İnanıp iyi işler yapanlar, Cennet ehlidir. Orada ebedi kalırlar. Onların altlarından ırmaklar akarken, kalblerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Onlar derler ki: “Hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamd olsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık. Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler.” Onlara: İşte size Cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.) [Araf 42-43]
(Takva sahipleri, Cennetlerde ve pınar başlarında olacak, onlara “Emniyet ve selametle girin” denilecektir. Biz, onların kalblerindeki kini söküp attık; onlar köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklardır.) [Hicr 45-47]
Ehl-i sünnet âlimleri, bu âyetleri de, delil getirerek, seçilmiş bir ümmet olan Eshab-ı kiramın birbirlerini çok sevdiklerini, birbirine karşı çok merhametli olduklarını, kalblerinde birbirlerine karşı en ufak kin bulunmadığını bildirmişlerdir. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın.) [Ebu Davud]
(Eshabımı seven, beni sevdiği için sever, sevmeyen de, beni sevmediği için sevmez.) [Buhari]
(Eshab ve akrabamı sevip Peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünya ve ahirette zararlardan korur. Onları incitenlere de azap eder.) [Taberani]
(Eshabımın ismini işitince susun, şanlarına yakışmayan söz söylemeyin!) [Taberani]
(Eshabım arasında çıkacak fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine affeder, sonra gelenler, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme gider.) [Müslim]
Ölürken bile birbirlerini düşündüler
Yermük harbinde, eshab-ı kiram birçok şehit verdi ve birçoğu da gazi oldu. Şehadet şerbeti içerken bile birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını, birbirlerini ne kadar sevdiklerini gösterdiler.
Eshab-ı kiramın ileri gelenlerinden Hazret-i Huzeyfe anlatıyor:
Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmişti ve mızrak darbeleri ile yaralanan müslümanlar düştükleri kızgın kumların üzerinde can veriyorlardı. Bu arada ben de, güç bela kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Fakat ne çare!.. Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Dudakları hararetten adeta kavrulmuştu.
Daha evvel hazırladığım su kırbasının ağzını açtım suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötedeki yaralıların arasından İkrime’nin sesi duyuldu, (Su! su!…)
Amcamın oğlu Hâris, bu feryadı duyar duymaz göz ve kaş işaretiyle suyu hemen İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime elini kırbaya uzatırken Iyaş’ın iniltisi duyuldu: (Allah rızası için bir damla su!)
Bu feryadı duyan İkrime, elini hemen geri çekerek suyu Iyaş’a götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa Iyaş’a yetiştiğim zaman kendisinin son nefesinde kelime-i şehadeti söylediğini duydum.
Benim getirdiğim suyu gördü. Fakat vakit kalmamıştı… Başladığı kelime-i şehadeti ancak bitirebildi. Derhal geri döndüm, koşa koşa İkrime’nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim! Onun da şehit olduğunu müşahede ettim. Bari dedim, amcamın oğlu Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim. Ne çare ki o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim edip, şehit olmuştu.
Eshâb-ı kiramda kin, düşmanlık yoktu
Sual: Bazı kimseler, “Hazreti Ebu Bekir ile Hazreti Ali arasında düşmanlık vardı” diyorlar. Gerçekten böyle bir şey olabilir mi?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyâ kitabında şu bilgiler verilmektedir:
“İrtidad, dinden dönme tehlikesi birdenbire büyüdü. Her tarafı dehşet bürüdü. Yemen’deki ve başka yerlerdeki memurlar geri gelmeye, kara haberler getirmeye başladılar. Müslümanlar karanlık gecede yağmura tutulmuş koyun sürüsü gibi şaşkına döndü. Mürtedlerin sayısı yanında Müslümanlar pek az idi. Fakat, Resûlullahın halifesi, zaman-ı saadetteki gelişmeyi hiç değiştirmemeye ve Resûlullahın niyetlerini yerine getirmeye kararlı idi. Mürtedlerle muharebeyi göze aldı. Her tarafa birlikler gönderdi. Medine’ye hücuma hazırlanan düşman üzerine, gece bir şiddetli çıkış yaparak, sabaha kadar savaştı, hepsini dağıttı. Yanındaki askerlerle birlikte, uzaktaki mürtedlerle muharebeye gitmek üzere devesine bindi. Fakat, Hazreti Ali, halifenin devesinin yularını tutup;
-Ey Resûlün halifesi! Nereye gidiyorsun? Sana Resûlullahın Uhud muharebesinde söylediğini söylerim. O gün sana; (Kılıcını kınına sok! Ölümünle bizi yakma!) buyurmuştu. Vallahi, sana bir hâl olur ise, Müslümanlar, senden sonra düzen bulmaz, dedi. Eshâb-ı kiramın hepsi, Hazreti Ali’nin sözünü tasdik etti. Halife hazretleri Medine-i münevvereye döndü.
Halife seçilmesindeki sert konuşmalarından hemen sonra, birbirlerine karşı olan sevgilerine bakınız! Kimseye boyun eğmeyen, halife seçimine çağrılmadı diye, Hazreti Ebu Bekir’e biatını geciktiren, Allahın arslanı, Hazreti Ali, şimdi onun muharebeye gitmesini önlüyor. Eğer, kalbinde ona karşı ufak bir kırıklık olsaydı, halife harbe gitsin de, ona bir şey olursa, yerine ben geçerim diye düşünür, hiç olmazsa, gitmesine karışmazdı.
Hazret-i Sıddîk gibi, din uğrunda, asla canını esirgemeyen bir zatın da, cihat gibi mühim bir ibadete başlarken, hiç kimsenin sözü ile, bundan vazgeçmeyeceği meydanda iken, niyetinden dönmesi, ancak Hazreti Ali’nin fikrinin ve sözünün doğru olduğuna güvenmesinden ve ona uymasından ileri geldiği şüphesizdir. Hepsinin düşüncesinin ve konuşmasının, hep İslâm dinine hizmet niyeti ile olduğu, buradan da anlaşılmaktadır.”
“Sevgiliyi, sevgilinin yanına getirin!”
Sual: Hazret-i Ebu Bekir gibi din büyüklerine dil uzatanlar var. Bunlara ne demelidir?
Cevap: Mesâbîh-i şerîf ve İzâlet-ül-hafâ an hilâfet-il-hulefâ kitabında, Abdullah ibni Ömer hazretleri buyuruyor ki:
“Resûlullah zamanında, hazret-i Ebû Bekir’in, hazret-i Ömer’in ve hazret-i Osman’ın isimlerini söylediğimiz zaman, hep, (radıyallahü anh) derdik.”
Müslümanlar, İslâm dinine kötülük yapanları mesela; Abdullah bin Sebe, Hasan Sabbah ve Ebû Tâhir Karmatî gibileri sevmez. İslâm dinine gönül vermiş, Resûlullah efendimizi çok sevdikleri için, canlarını, mallarını ve vatanlarını feda etmiş olan hazret-i Ebû Bekir’i, hazret-i Ömer’i, hazret-i Osman’ı ve hazret-i Ali’yi ve hazret-i Muâviye’yi çok sever. Peygamber efendimizin Ehl-i beytini ve bu Sahabileri sevenleri de çok sever. Hazret-i Muâviye ve Amr ibni Âs hazretleri gibi, İslâmiyete çok hizmet eden ve İslâm düşmanlarıyla cihad eden Sahabilere iftira edenleri, bir Müslüman sevebilir mi? Bu iftiralarla, gençleri zehirliyorlar. Bu zehir, kötü bir mirastır. Bu mirası, gençlere, masum nesillere intikal ettirmek için kitaplar, dergiler yayınlıyor ve dağıtıyorlar. (Fitne, yalan yayıldığı zaman, doğruyu bilenler, bildirmezlerse, onlara lanet olsun!) hadîs-i şerifi unutuldu mu? Câbir bin Abdullah hazretleri buyuruyor ki:
“Bir kimse, hazret-i Ali’nin yanına geldi ve;
-Yâ Emirel-müminîn! Ebu Bekir Cennette midir, diye sordu. Hazret-i Ali, buna çok üzüldü ve;
-Keşke dünyaya gelmeseydim. Resûlullah efendimizden ve Ondan sonra, hiçbir Müslümandan böyle bir söz işitilmemiştir. Ebu Bekr-i Sıddîk, Resûlullahın yanında veziri, müşaviri, vefatından sonra, halifesi idi. Buna inanmayan kâfir olur. Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, vefat edeceği zaman beni çağırdı ve bana;
-Ey benim canım! Vefatım yaklaştı. Öldüğüm zaman beni, Resûlullahı yıkamış olan o ellerinle yıka! Kefene sar ve tabuta koy! Cenazemi, Hucre-i saadetin kapısına götür! Ebû Bekir kapıdadır, içeri girmeye izin istiyor diyerek, Resûlullaha söyle, dedi.
-Ebû Bekr-i Sıddîk vefat edince, her söylediğini yaptım. Hucre-i saadetin kapısına koyup izin isteyince; (Sevgiliyi, sevgilinin yanına getirin!) sesini işittik. Bunun için, hazret-i Ebû Bekir’i, Resûlullah efendimizin yanına defnettik! buyurdu.
Sual: Hazret-i Ali, hazret-i Ömer’i sevmez Ona düşmanlık, kin beslerdi diyenlere ne demelidir?
CEVAP
Hazret-i Ömer, halife iken, hazret-i Ali’nin kızı Ümm-i Gülsüm ile evlendi. Hazret-i Ömer’in Ümm-i Gülsüm’den bir oğlu ve bir de kızı oldu. Böylece hazret-i Ömer, hazret-i Alî ile hazret-i Fâtıma’nın damadı oldu ve aralarında eskiden beri bulunan sevgi bir kat daha arttı. Gece gündüz demeden, Müslümanların işlerine yardım yolunu birlikte ararlardı. Bu kadar yaklaştılar da, hazret-i Ali’nin kini, düşmanlığı yine gitmedi mi? Böyle söylemek, yüce imama karşı ne büyük iftiradır.
Paşa, vezir olmuş bir zat Bektaşilik ismi altında gizlenen Hurufîlik yoluna sapmıştı. Sonra, aklı başına gelip, tövbe etti. Niçin ve nasıl tövbe ettiği sorulunca şöyle anlattı:
“Bu sahte Bektaşilerin çok kıymet verdikleri bir kitapta, hazret-i Ömer’e kâfir deniliyor. Hazret-i Ali, nasıl oluyor da, bir kâfire kızını veriyor diye sorulmasını önlemek için de diyorlar ki:
-Bir gün halife Ömer, hazret-i Abbâs’ı çağırır. Hazret-i Ali’nin kızını almak istediğini söyler. Sen yaşlısın, kız ise, çok gençtir. Bu iş nasıl olur derse de halife hemen, bu düşüncemi Ali’ye de söyledim. O da senin dediğin gibi cevap verdi. Git kendisine söyle! Eğer, kızını bana vermezse, iki yalancı şahit bulup, Ona karşı bir dava açarım. Onun hırsız olduğuna karar vererek, elini keserim der. O da, korkusundan, kızını Ömer’e verir…
Kitapta bunu okuyunca, kendi kendime sordum. Bir zalim, beni sıkıştırıp, kızını bir kâfire vereceksin. Eğer, ona vermezsen seni öldürürüm dese, öldüreceğini iyi bildiğim hâlde ve günahı çok, yüzü kara bir kimse olduğum hâlde, ölümü göze alır, kızımı kâfire veremem, dedim. Hazret-i Ali, Allah’ın arslanı, Resulullah efendimizin sevgilisi olduğu ve günahtan, ayıptan tertemiz olduğu hâlde, böyle şüpheli bir sıkıntı çekmek korkusu ile Resulullah efendimizin torunu olan sevgili kızını, İslamiyet’in yasak ettiği, habis, pis yere atamayacağını anladım. Aklım başıma gelerek, temiz bir tövbe ettim. Hurufîlikten kurtuldum.
Bağdat valiliğinde bulunmuş bir vezir, hazret-i Ömer’in bu evlenme işini, bir Acem’den sorar. O da, sıkılmadan, hazret-i Ali’nin kerimesi için, ağza alınmayacak kötü, çirkin sözler söyleyip, oradan sıvışıp gider…
İlk yorum yazan siz olun.