Dua ile İlgili Ayet ve Hadisler
Dua nedir? Dua ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Peygamberimiz yaptığı dualarda Allah’tan neler istemiştir? İslam’da dua etmenin edebi ve hadislerde dua örnekleri.
Dua hakkında ayet ve hadis-i şerifler.
DUA İLE İLGİLİ AYETLER
“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin ki duanızı kabul edeyim.” (Mü’min (Gâfir) sûresi, 60)
“Rabbinize yalvara yakara ve sessizce dua edin. Çünkü O haddi aşanları sevmez.” (A‘râf sûresi, 55)
“Kullarım sana beni sorduklarında, (bilsinler ki) ben onlara çok yakınım. Bana dua edenlerin dualarını kabul ederim.” (Bakara sûresi, 186)
“Darda kalanların, kendisine yalvardıkları zaman duasını kabul eden ve onları sıkıntıdan kurtaran kim?” (Neml sûresi, 62)
Yukarıdaki dört âyette Allah Teâlâ kendisine dua etmemizi, dua ederken sessizce yalvarıp yakarmamızı istemekte, dua edenlerin duasını kabul edeceğini, özellikle darda kalanların yalvarıp yakarmalarını kabul buyuracağını bildirmektedir.
Dua Nedir?
Kulun Rabbini tanıyarak O’nun yüceliği, sınırsız ve sonsuz kudreti karşısında kendi âcizliğini, zayıflığını ve güçsüzlüğünü itiraf etmesi, derin bir sevgi ve saygı içinde O’ndan yardım niyâz etmesidir. Allah’ın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle anma hem bir zikir hem de duadır. Allah’tan af dilemek, merhametini niyâz etmek gibi mânevi isteklere ve dünya ile ilgili dileklere de dua denir. Zaten zikirle duayı, şükür ve hamdü senâ ile duayı, tövbe ve istiğfâr ile duayı birbirinden ayırmak mümkün değildir. İnsanın Cenâb-ı Hakk’a kulluğunu, bağlılığını dile getirmesi, O’nsuz olamayacağını, O yardım etmeden hiçbir şey yapamayacağını belirtmesi de bir duadır.
Dua kulun Allah’a bağlılığını en güzel şekilde dile getirdiği için Peygamber Efendimiz tarafından ibadetin özü sayılmıştır. (Tirmizî, Daavât 1) “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin” (Furkân sûresi, 77) âyeti, Cenâb-ı Hakk’ın duaya verdiği önemi pek açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İşte bunun için Allah Teâlâ kendisine dua etmemizi yani kendisine olan bağlılığımızı sunmamızı, O’nun saltanatının ihtişâmı karşısında kendi yoksulluğumuzu ve hiçliğimizi itiraf etmemizi istemektedir. Bu âlemi, dünyayı, dünyadaki hayat mûcizesini ve o hayatın içinde bizi yarattığı için kendisine şükranlarımızı sunmamızı emretmektedir. Mü’minlerin ise, bütün bunların üstünde ve ötesinde, nice kimseler inançsızlık buhranı içinde bocalayıp dururken hidâyete erdirilmiş olmalarından dolayı Allah’a dua ve şükretmeleri gerekmektedir.
Darda kalan, sıkıntıya düşen, tehlikeyle karşı karşıya kalan kimsenin tutunacak bir dal araması, dalların en sağlamı ve sığınılacak limanların en kuytusu olan Cenâb-ı Hakk’ın himâyesini dileyerek O’na yalvarıp yakarması insanın tabiatında vardır. İşin fenası, insanın tabiatında, sıkıntıyı atlattığı ve kendisini emniyette hissettiği zamanlar Allah’ı unutma temâyülü de bulunmaktadır. Kulunun böyle çelişkiye düşmesini istemeyen Allah Teâlâ, onun duayı hiç ihmal etmemesini, Rabbini hatırlaması için başına gelecek belâyı beklememesini istemektedir.
Dua Edebi
Dua eden kimse, âlemlerin Rabbinin huzurunda bulunduğunu düşünerek derin bir tevâzu duygusu içinde olmalı, boyun büküp huşûu yakalamaya çalışmalıdır. Üçüncü âyet-i kerîmede geçtiği üzere Cenâb-ı Hakk’ın ben kullarıma çok yakınım; bana dua edenlerin dualarını kabul ederim, buyurduğunu düşünerek O’na sessizce, gönülden ve gizlice, hem korku hem saygı hem de büyük bir ümit içinde yalvarıp yakarmalıdır. Peygamber aleyhisselâm’ın yüksek sesle Allah Teâlâ’yı zikreden ashâbını “Siz ne sağıra sesleniyorsunuz ne de yanınızda bulunmayan birine. Sizi çok iyi duyan ve yanınızda bulunan birine dua ediyorsunuz. O sizinle beraberdir” diye uyardığı kulaklara küpe olmalıdır.
Dua eden kimse her türlü hayrın ve bereketin Allah’ın elinde olduğunu, bunları dilediği kuluna vereceğini, ama kimseye vermek zorunda olmadığını, bu hayır ve berekete herkes gibi kendisinin de muhtaç bulunduğunu aklından çıkarmamalı, O’nun “haddi aşanları sevmediğini” düşünerek sesini alçaltmalı, olanca tevâzuu ile dua etmelidir. Cenâb-ı Hakk’a bağıra, çağıra ve pervâsızca dua eden kimseler, istedikleri şeylerin başlarına çalınabileceğini unutmamalıdır.
Allah Teâlâ kendisini anan kulunu kendinin de anacağını, dua edene karşılık vereceğini ve duaları kabul edeceğini vaad buyurmaktadır. İnsan bunu hiç unutmamalı, dua ettim de kabul olmadı diye düşünmemelidir. Peygamber Efendimiz dua edene isteğinin ya dünyada hemen verileceğini veya âhirete saklanacağını yahut Allah’tan istediği iyilik kadar bir kötülüğün ondan uzaklaştırılacağını belirtmektedir. (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 18) Bu sebeple insan, dua ederken kendini duaya vermeli, tam bir zihin uyanıklığı içinde ve duasına mutlaka karşılık alacağı inancıyla dua etmelidir.
DUA İLE İLGİLİ HADİSLER
“Dua ibadettir” Hadisi
Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dua ibadettir.” (Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3, 41, Daavât 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Duâ 1)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İbadet, kendisine kulluk edilecek yegâne varlık olan Allah’a en üstün saygı ve en büyük tevâzu ile yüzünü, geri kalan her şeye ise ardını dönmektir. Resûl-i Ekrem Efendimiz “Dua ibadettir” veya “Dua ibadetin özüdür” (Tirmizî, Daavât 1) buyurmak suretiyle, Allah’a kulluğu en iyi şekilde ifade eden hal ve tavrın dua olduğunu söylemektedir. Mademki ibadet kulun Allah’ın huzurundaki hiçliğini, yoksulluğunu, sadece ve sadece O’na muhtaç olduğunu dile getirmesidir, bunu en iyi anlatan hal de duadır.
Hadîs-i şerîfin bazı rivayetlerine göre Peygamber aleyhisselâm “Dua ibadettir” buyurduktan sonra, sanki bu sözüne delil getirmek istiyormuş gibi “Rabbiniz, bana dua edin ki duanızı kabul edeyim, buyurdu” demiştir. Duayı emreden bu âyetin hemen arkasından “Bana ibadet etmekten kibirlenip yüz çevirenler aşağılanmış olarak Cehennem’e gireceklerdir” buyurulduğuna göre (Mü’min sûresi, 60), Allah Teâlâ’nın da ibadetin önemli bir kısmını duanın oluşturduğunu belirttiği anlaşılmaktadır.
“Dua ibadettir” hadisine benzeyen başka hadisler de vardır. Meselâ “Hac arefedir” hadîs-i şerîfi bunlardan biridir. Herkes bilir ki, hac ibadeti arefe günü Arafat’ta vakfeden ibaret değildir. Haccın pek önemli bir diğer farzı da tavaftır. Ama arefe günü belli bir süre Arafat’ta durmayan kimse hacı olamaz. İşte arefe günü vakfe haccın en önemli esası olduğu gibi, dua da ibadetin en önemli esasıdır. Dua etmeyen, duanın önemine inanmayan kimsenin ibadeti eksiktir. “Dua ibadetin özüdür (iliğidir)” hadisini de böyle anlamak gerekir. İliksiz kimsenin ayakta duramadığı gibi, duasız ibadetin de fazla değeri bulunmadığı anlatılmış olmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Dua etmek de bir ibadettir.
2. İnsan bu önemli ibadeti fırsat buldukça yapmalıdır.
Peygamberimiz Özlü Duaları Severdi
Hz. Âişe şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem özlü duaları sever, özlü olmayan duayı yapmazdı. (Ebû Dâvûd, Vitir 23)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Peygamber Efendimiz az sözle çok mâna ifade etme yani veciz konuşma özelliğine sahipti. Cevâmi‘ul-kelim denen bu özelliğin kendisine Cenâb-ı Hak tarafından verildiğini söylerdi. (Buhârî, Cihâd 122; Müslim, Mesâcid 5-8) İşte bu sebeple onun duaları da özlüydü. İnsan halini ve ihtiyacını Allah’a arzederken kısa ve özlü sözleri seçmelidir. Dua ederken Rabbinin huzurunda olduğunu düşünmeli, ağzından çıkana dikkat etmeli, herhangi bir kimsenin yanında dereden tepeden konuşur gibi sayıklamamalıdır. Dua, dileklerin Cenâb-ı Hakk’a arzedilmesi olduğuna göre, O’ndan dünya ve âhiret için faydalı şeyler istemelidir.
“Rabbinize yalvara yakara ve sessizce dua edin. Çünkü O haddi aşanları sevmez” (A‘râf sûresi, 55) âyet-i kerîmesini görmezden ve bilmezden gelerek bağıra çağıra ve âdeta emredercesine dua eden, bir söylediğini değişik ifadelerle tekrarlayıp duran duâhanların hali gerçekten hüzün vericidir. Kendine dua etmemizi emreden, dua edersek bizi geri çevirmeyeceğini vaad buyuran Cenâb-ı Mevlâ nasıl dua etmemiz gerektiğini özellikle tarif etmiş, Peygamber aleyhisselâm da bunun sayısız örneklerini ortaya koymuştur. Kula yakışan; Rabbinin huzurunda olduğunu unutmamak, yalvaran bir edâ, gayet ölçülü bir ses ve özlü ifadelerle dua etmektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Dualar özlü sözlerle yapılmalıdır.
2. Duaların en güzeli Peygamber Efendimiz’in dualarıdır.
Rabbena Atina Duası
Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem çoğu zaman şöyle dua ederdi:
“Allâhümme âtinâ fi’d-dünyâ hasene ve fi’l-âhireti hasene ve kınâ azâbe’n-nâr: Allahım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru!” (Buhârî, Tefsîr 38, Daavât 55; Müslim, Zikr 23, 26, 27. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26, Menâsik 51; Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Menâsik 32)
Müslim’in rivayetinde şu ilâve vardır:
Enes sadece bir dua okuyacağı zaman bunu okurdu. Birkaç dua okuyacağı zaman onlar arasında bunu da okurdu. (Müslim, Zikr 26)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Bu hadisin söylenmesine sebep olan hoş bir olay (sebeb-i vürûd) vardır. Resûl-i Ekrem Efendimiz hasta bir sahâbîsini ziyaret ediyordu. Adam o kadar erimiş, küçülmüştü ki, hadisin râvisi Enes’in ifadesiyle, kuş yavrusuna dönmüştü. Peygamber aleyhisselâm ona:
– Allah’a bir şeyle dua ediyor, ondan bir şey istiyor musun? diye sordu. O eriyip akmış sahâbî:
– Evet, Allahım! Bana âhirette ne ceza vereceksen, onu bana dünyada ver, diye dua ediyorum, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah Allah! Senin buna gücün yetmez” dedikten sonra hadîs-i şerîfteki duayı okumasını tavsiye buyurdu. Daha sonra o sahâbînin âfiyete kavuşması için dua etti, çok geçmeden o zât iyileşti.
Bu dua Bakara sûresinin 201. âyetinden alınmıştır. Âyetteki dua, hemen her müslümanın bildiği üzere “Rabbenâ âtinâ fi’d-dünyâ” diye başlayıp hadisteki gibi devam etmektedir. Hem Kur’ân-ı Kerîm’den alındığı hem de mânası pek geniş olduğu için Allah’ın Resûlü bu duayı her fırsatta okurdu. İbadetleri, hal ve tavırları Resûl-i Ekrem’e en fazla benzeyen sahâbî olarak bilinen Enes radıyallahu anh kısaca dua etmek istediğinde sadece bu duayı okurdu. Uzunca dua etmek istediği zaman ise, diğer duaların arasında yine bunu okurdu.
Bu duada üç şey istenmektedir. Biri, dünyada iyiliktir. Dünyada iyilik sözü sağlık ve âfiyeti, helâl rızkı, hayırlı evlâdı, iyi eşi, faydalı ilmi, makbûl amel ve ibadeti, kısaca nimet denebilecek her şeyi içine alan geniş kapsamlı bir ifadedir. Âhirette iyilik, Allah’ın affını elde ederek başta cennet olmak üzere Cenâb-ı Hakk’ın iyi kulları için hazırladığı her türlü nimete kavuşmayı, kıyametin korkunç hallerinden emin olmayı, hesabı kolayca vermeyi ve özellikle Cenâb-ı Hakk’ı görmeyi ifade etmektedir. Cehennem azâbı ise bir insan için felâketlerin en büyüğüdür. Bu sebeple Efendimiz her fırsatta ondan Allah Teâlâ’ya sığınmıştır. Cehennem azâbından korunmayı isteyen kimse, Cenâb-ı Hak’tan kendisini her türlü kötülükten ve haramdan korumasını da istemiş olmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Mânası pek geniş olan bu duayı, Efendimiz gibi çok okumalıdır.
2. Başka duaların arasında bu duaya mutlaka yer vermelidir.
3. Ashâb-ı kirâmın Resûl-i Ekrem Efendimiz’in yaptıklarını yapmaya pek büyük özen gösterdiği unutulmamalıdır.
Allahümme İnni Es’elüke Duası
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme innî es’elüke’l-hüdâ ve’t-tükâ ve’l-afâfe ve’l-gınâ: Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.” (Müslim, Zikir 72. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Duâ 2)
Allâhümmağfirlî Verhamnî Vehdinî ve Âfinî Verzuknî Anlamı
Târık İbni Eşyem radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir kimse müslüman olduğu zaman Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ona namaz kılmayı öğretir, sonra da şöyle dua etmesini tavsiye ederdi:
“Allâhümmağfirlî verhamnî vehdinî ve âfinî verzuknî: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır, bana âfiyet ve hayırlı rızık ver.” (Müslim, Zikir 35)
Allâhümmağfir lî Verhamnî ve Âfinî Verzuknî Anlamı
Yine Müslim’in Târık İbni Eşyem radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre, Târık Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i dinlerken bir adam gelerek:
– Yâ Resûlallah! Rabbimden bir şey isteyeceğim zaman nasıl dua edeyim? diye sordu. Resûl-i Ekrem de şöyle buyurdu:
– “Allâhümmağfir lî verhamnî ve âfinî verzuknî: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et, rızânı kazandıracak işler yaptır ve bana hayırlı rızık ver, de. Bu sözler senin hem dünya hem de âhiret için istemen gereken şeyleri ihtiva eder.” (Müslim, Zikir 36)
Hadisleri Nasıl Anlamalıyız?
Yukarıdaki iki hadis, özlü duaları sevdiğini bildiğimiz Resûlullah Efendimiz’in en veciz ve kapsamlı iki duasını ihtiva etmektedir.
İkinci hadiste Târık İbni Eşyem tarafından anlatılan olayın aynı veya benzeri daha önce Sa‘d İbni Ebû Vakkâs tarafından rivayet edilmişti. O rivayetten öğrendiğimize göre bir bedevî Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den kendisine bir zikir öğretmesini istemiş, Efendimiz de öğretmişti. Fakat bedevî, “Bunlar Rabbim için söyleyeceğim dua ve zikirlerdir. Kendim için ne söylemeliyim?” diye sorunca da ona ikinci hadisteki zikri öğretmişti.
Her iki hadisteki benzer kelimeleri bir yana bırakırsak, bir müslümanın hem dünyası hem de âhireti için faydalı olan dileklerin hidâyet, âfiyet, iffet, takvâ, gönül zenginliği, bağışlanma, ilâhî merhamete nâil olma ve hayırlı rızık olduğu anlaşılmaktadır.
İnsan Allah’tan hidâyeti istemekle kendisini her türlü hayra ve başarıya götürecek şeyi; âfiyet istemekle, hem dünya hem de âhiretle ilgili bütün hayırları; iffet istemekle, her türlü günahtan korunmayı; takvâ istemekle, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmayı; gönül zenginliği istemekle, hiç kimseye muhtaç olmamayı; bağışlanmayı ve ilâhî mağfirete nâil olmayı istemekle âhiret saâdetini; hayırlı rızık istemekle de haramlardan korunmayı niyâz etmiş olmaktadır.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Bu özlü iki dua bir Müslümanın hem dünya hem âhiret saadetini içine almaktadır.
2. Her fırsatta bu duaları tekrarlamaya çalışmalıdır.
Allâhümme Musarrife’l-kulûb Duası
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua etti:
“Allâhümme musarrife’l-kulûb! Sarrif kulûbenâ alâ tâatik: Ey kalpleri yönlendiren Allahım! Kalplerimizi sana itaate yönelt!” (Müslim, Kader 17. Ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 168)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadisimizin râvisi Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anh bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz’i kalbin mâhiyetinden bahsederken dinledi. Allah’ın Resûlü “Bütün insanların kalpleri, tıpkı tek bir kalpmiş gibi Allah’ın iki parmağı arasındadır. Onu dilediği yöne çevirir” buyurduktan sonra yukarıdaki hadiste gördüğümüz şekilde Allah Teâlâ’ya niyazda bulundu.
Şüphesiz biz Allah Teâlâ’yı ancak O’nun kendisini bize tanıttığı kadar biliriz. Daha fazla bir şey söylemeye ne ilmimiz ne de idrâkimiz yeter. Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ’nın her şeye gücünün yettiğini, yaratılan her şeyin O’nun idaresi altında olduğunu, her şeye dilediği gibi hükmettiğini, hatta kalpleri bile O’nun yönettiğini mecâzî bir ifadeyle anlatmıştır. Parmaklarla ilgili bu mecâzî anlatıma zaman zaman biz de başvurarak “Ben falanı parmağımın ucunda oynatırım” deriz. Peygamber aleyhisselâm Allah Teâlâ’nın, sonsuz kudretiyle kalpleri dilediği yöne çevirdiğini belirttikten sonra bir niyazda bulunarak, Allahım, mademki her şey gibi kalpleri de sen yönetiyorsun, öyleyse kalplerimizi başka yöne değil, hep sana ibadete ve itaate çevir, diye dua etmiştir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz sık sık şöyle dua ederdi: “Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri çeviren Allah! Kalbimi dininden ayırma!” Efendimiz’in hizmetkârı Enes İbni Mâlik onun böyle dua ettiğini duyunca:
– “Yâ Resûlallah! Biz sana ve senin getirdiğin dine inandık. Yoksa bizim imanımızın değişeceğinden mi korkuyorsun?” diye sordu. O zaman Resûl-i Muhterem Efendimiz:
– “Kalpler Allah’ın iki parmağı arasındadır. Onları dilediği gibi evirip çevirir” buyurdu (Tirmizî, Kader 7).
Burada bir de konumuzla ilgili olarak Ebû Mûsâ el-Eş‘arî radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir başka hadisi hatırlayalım. Buna göre Allah’ın Resûlü: “Kalp, rüzgârların çölde bir sağa bir sola savurduğu kuş tüyü gibi şekilden şekle girer” (İbni Mâce, Mukaddime 10; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 408, 419) buyurmuştur. Korkunç çöl rüzgârları karşısında bir kuş tüyü ne kadar güçsüz, ne kadar zavallı ise, insan kalbi de çeşitli etkenler karşısında o derece çâresizdir. Zaten kalp, bir halden bir hâle geçerek değişmek demektir. Bugün hayır yapmak isteyen kalp, yarın şerri arzu edebilir. Aynı şekilde şimdi kötülüğe muhabbet duyan bir kalbin bir müddet sonra iyi ve güzele yönelmesi mümkündür. İşte bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu derin mânalı dualarını dilden düşürmemelidir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Bütün kalpler Allah Teâlâ’nın yönlendirmesine tâbidir. Onları istediği yöne çevirir.
2. Bu sebeple O’ndan, tıpkı Efendimiz gibi, kalplerimizi kendine ibadete ve itaate yönlendirmesini, dininden ayırmamasını istemeliyiz.
Dertlerden Kurtulma Duası
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dayanılamayacak dertten, insanı helâke götürecek tâlihsizlikten, başa gelecek fenalıktan ve düşmanı sevindirecek felâketten Allah’a sığınınız.” (Buhârî, Daavât 28, Kader 13; Müslim, Zikir 53. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 34, 35)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Dayanılamayacak dertler, sabredilemeyecek hastalıklar vardır. Bu dertlerden kurtulmanın bir yolunu bulamayan kimse “Allahım, canımı al da kurtulayım” diye feryada başlar. İnsanın geçimini üstlendiği kişilerin çok olup onları geçindirecek maddî gücünün bulunmaması, sevdiklerinden birinin tedâvisi büyük harcamaları gerektirdiği halde çâresiz kalması bu nevi dertlerdendir.
İnsanı helâke götürecek tâlihsizlikler ile başa gelecek fenalıklar onun canında ve malında görülebileceği gibi aile fertlerine de musallat olabilir. Böylesine ağır sıkıntılar düşmanı sevindiren felâketlerdir. Takdir buyurulan her şeyin güzel olduğu düşüncesiyle bazı zâhitler başa gelenlerden dolayı Allah’tan yardım istemeyi uygun görmese bile, Peygamber Efendimiz’in böyle dertlerden Allah’a sığınmayı tavsiye buyurduğunu dikkate alarak, sıkıntıya düşünce Cenâb-ı Hakk’ın yardımını niyâz etmeliyiz. Zira Âlemlerin Rabbi bir kuluna böyle bir dert ve sıkıntı takdir buyursa bile, onun dua edip yalvarması sebebiyle o sıkıntıyı kulundan uzaklaştırabilir.
Hadisin râvilerinden Süfyân İbni Uyeyne (ö. 198/814), Peygamber aleyhisselâm’ın bu dört şıktan sadece üçünü söylediğini, ama hadisi rivayet ederken bunlardan birini kendisinin ilâve ettiğini sandığını, fakat daha sonra hangisini ilâve ettiğini bilemediğini söylemiştir. Süfyân’ın bunlardan sonuncusunu eklediği kanaati yaygındır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hadiste sayılan dört belâ, insanın başına gelebilecek en büyük felâketlerdir.
2. Peygamber Efendimiz’in tavsiyesine uyarak, bizi bunlardan koruması için Cenâb-ı Hakk’a dua etmeliyiz.
Dünya ve Ahiret İçin Okunacak Dua
Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme aslih lî dînillezî hüve ısmetü emrî, ve aslih lî dünyâyelletî fîhâ meâşî, ve aslih lî âhiretilletî fîhâ meâdî, vec‘ali’l-hayâte ziyâdeten lî fî külli hayr, vec‘ali’l-mevte râhaten lî min külli şer: Allahım! Bütün işlerimin başı olan dinim konusunda hataya düşmekten beni koru! Yaşadığım şu dünyadaki işlerimin yolunda gitmesini sağla! Dönüp varacağım âhiretimi kazanmama yardım et! Hayatım boyunca daha çok hayır yapmama imkân ver! Her türlü kötülükten kurtulmamı sağlayacak bir ölüm nasip et!” (Müslim, Zikir 71)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İnsanın en büyük hedefi, dinini Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde yaşamaya çalışmak olmalıdır. Çünkü insan dünyaya, Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmek için getirilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın kulları için beğendiği, sadece ona göre yaşamalarını istediği din İslâmiyet’tir. Bu sebeple herkes, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ifade buyurduğu gibi, dinin her şeyin önünde geldiğini, her işin başı olduğunu bilmeli ve bu konuda yanlış yapmamaya çalışmalıdır.
Yaşadığı şu dünyadaki işlerinin yolunda gitmesi, insanın hem Allah’a hem de O’nun kullarına karşı görevlerini yapabilmesi için gereklidir. Bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarını gideremeyen veya sağlığı yerinde olmayan bir kimse kendinden bekleneni veremez. Dünya işlerinin yolunda gitmesi, insanın âhireti daha kolay kazanmasına, ona daha iyi hazırlanmasına imkân verir. Hayır ve iyilik yapacak serveti bulunmayan insanların kimseye el açmadan yaşayabilecek kadar helâl bir geçim vasıtasına sahip olması, sonra da ömrünü Allah’a kullukla geçirmesi, onlar için dünya işlerinin yolunda gitmesi demektir.
Hayatı boyunca daha çok hayır yapmak insanın ideali olmalıdır. Sayılı nefesinin bir gün tükeneceğini, sağlığının bozulacağını, gücünün ve kuvvetinin yok olacağını, işlerin her zaman yolunda gitmeyebileceğini, devrânın tersine dönüp elinde avucunda olanı kaybedebileceğini hep göz önünde bulundurmalı ve elde fırsat varken daha çok hayır yapmaya bakmalıdır.
Her türlü kötülükten kurtulmayı sağlayacak ölüm, insanın canına, malına, çoluğuna çocuğuna herhangi bir fenalık gelmeden dünyaya göz yummasıdır. Bazı kimseler adına, “Pek genç yaşta öldü, erken göçtü” diye üzülürüz. Zamansız diye değerlendirdiğimiz bir ölüm, maddî veya mânevî sıkıntılara düşmeden hayata vedâ etmek olabilir. Zira hastalığa veya yokluğa yakalanmak insan için bir azap vesilesidir. Böyle bir azâba yakalanmadan ölmek ise, insan için bir kurtuluştur. Bunlardan daha kötüsü bir günahın ve gafletin pençesine düşmektir. Böyle bir belâya düşmeden hayata vedâ etmek, o kimse için ilâhî bir lutuf olur. Maddî veya mânevî bir sıkıntıya, bir günaha veya gaflete düşmeden gelen ölüm, her türlü kötülükten kurtulmayı sağlayacak bir ölümdür.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu duası, görüldüğü üzere son derece geniş mânalı ve zengin muhtevâlı bir duadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsanın şu dünyada sahip olabileceği en büyük servet, Allah’a kulluk ile geçirilmiş bir ömürdür. İşte bu sebeple Allah’tan dünyada O’nun istediği gibi yaşamayı nasip etmesini, kazandığımız hayırları kaybetmeden kendine kavuşturmasını istemeliyiz.
2. İyi bir kul olmaya çalışırken, Cenâb-ı Hak’tan bu hususta bize yardım etmesini dilemeliyiz.
Allâhümmehdinî ve Seddidnî Anlamı
Ali radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“Allâhümmehdinî ve seddidnî: Allahım! Beni doğru yola ilet ve o yolda başarılı kıl! de” buyurdu. (Müslim, Zikir 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hâtem 4)
Başka bir rivayete göre de şöyle buyurdu: “Allâhümme innî es’elüke’l-hüdâ ve’s-sedâd: Allahım! Senden beni doğru yola iletmeni ve o yolda başarılı kılmanı niyâz ederim.” (Müslim, Zikir 78)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İnsanın en önemli meselesi doğru yolu bulmak, bulduktan sonra da o yolda yürüyüp gitmek olmalıdır. Doğru yola iletecek şüphesiz Allah Teâlâ’dır. İnsana düşen görev ise, Allah’ın yolunda olmayı bütün gönlüyle istemek, iradesini kullanarak o yola varmak, sonra da o yolda durmak için gayret sarfetmektir. “Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz” (Ankebût sûresi, 69) âyet-i kerîmesi, bu isteğin ve gayretin önemini belirtmektedir.
Doğru yolu bulan insanın yapacağı tek şey, hedefe atılan ok gibi dümdüz gitmektir. İfrat ve tefrite yani aşırılığa düşmekten sakınmaktır. Allah’ın gösterdiği, Resûlullah’ın öğrettiği şekilde İslâm’ın aydınlık yolunda dosdoğru yürümektir. Hep o yolda yürüme azim ve gayretine sahip olmaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsan her zaman Allah’ın yolunda yürümeyi istemeli, ondan bir an bile ayrılmayı hatırına getirmemelidir.
2. Mü’minin tek hedefi vardır; o da doğruyu bulmak ve her işinde dosdoğru olmaktır.
3. Doğru yolu bulmanın ve o yolda ölmenin bir gereği de, Peygamber Efendimiz’in Hz. Ali’ye tavsiye ettiği gibi, “Allahım! Beni doğru yola ilet ve o yolda başarılı kıl!” diye dua etmektir.
Acizlikten, Tembellikten ve Korkaklıktan Kurtulma Duası
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-cübni ve’l-heremi ve’l-buhl, ve eûzü bike min azâbi’l-kabr, ve eûzü bike min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât: Allahım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Kabir azâbından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 50. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32; Nesâî, İstiâze 7)
Diğer bir rivayete göre, “…ve dalai’d-deyni ve galebeti’r-ricâl: Borç altında ezilmekten ve zâlimlerin başa geçmesinden” buyurdu. (Nesâî, İstiâze 8. Ayrıca bk. Buhârî, Daavât 36)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in çeşitli istiâze yani Allah’a sığınma duaları vardır. Onun namazlardan sonra korkaklıktan, cimrilikten, erzel-i ömürden, dünya ve kabir fitnelerinden Allah’a sığındığını (bk. 1424), namazda tahiyyâtı bitirdikten sonra, cehennem ve kabir azaplarından, hayat, ölüm ve kör deccâlin fitnesinden sığınılmasını tavsiye buyurduğunu (bk. 1426), ayrıca tembellikten, insanı perişan eden yaşlılıktan ve yine cehennem ve kabir azaplarından Cenâb-ı Hakk’a sığındığını (bk. 1458) görmüştük. Bu hadiste ise zikredilenlerin bir kısmı ile âcizlikten Allah’a sığındığını görmekteyiz.
Âcizlik; özellikle bu hadiste, hayır ve iyilik yapamamak, yerine getirmek zorunda olduğu dinî ve dünyevî görevleri îfâ edememek anlamında kullanılmıştır. Namaz, oruç, zekât gibi Allah’a karşı görevlerini daha sonraki zamanlarda yapacağını ileri sürerek onları hep ihmal eden nice kimseler görülmektedir. Bu yanlış tutumu, ihmalden çok âcizlik kelimesi daha iyi ifade etmektedir.
Tembellik, gücü kuvveti yerinde olduğu halde nefsinin telkinine boyun eğerek hayır ve iyilik yapmamak, Allah’a gerektiği şekilde kulluk etmemektir.
Korkaklık, gevşekliği, tenseverliği yüzünden nefse ve şeytana karşı koyamama hali ve dolayısıyla bir kısım ilâhî emirleri yapamama durumudur. Allah, kendi yolunda cihadı emreder, fakat korkak adam bunu yapamaz. Allah, zâlim karşısında doğruyu savunmayı emreder, ama korkak bu emri yerine getiremez.
İhtiyarlık, insanın aklî melekelerini bir ölçüde yitirmesi sebebiyle iyice çocuklaşması, bildiklerini unutmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde bu hale erzel-i ömür denmektedir. İnsanın şuuru yerinde olarak yaşlanması o kadar mahzurlu değildir. Ama 1424 numaralı hadiste daha geniş bir şekilde anlatıldığı üzere buradaki ihtiyarlıktan maksat, insanın başkalarının eline avucuna bakması, onların yardımına muhtaç olması, bunaması, anlayışsız ve çekilmez bir hale gelmesidir.
Cimrilik, maddî durumu müsait olduğu halde elindeki imkânları Allah’ın istediği yerlere sarfedememektir. Kur’ân-ı Kerîm’de cimriliğin kötülüğü anlatılmakta, insanın harcaması gerektiği halde harcayamadığı şeylerin kıyamet gününde boynuna dolanacağı belirtilmektedir. (Âl-i İmrân sûresi, 180)
Kabir azâbının bir adı da kabir fitnesidir. İnsanın o daracık, karanlık ve ürperti veren yerde karşılaşması söz konusu olan bu işkenceden kurtulması ve kabrini Peygamber Efendimiz’in buyurduğu gibi Cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirmesi mümkündür. Burada, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hadislerinin ışığında şu kadarını söyleyelim ki, koğuculuk yapmak ve üzerine idrar sıçratmak kabir azâbına sebep olan hallerden sadece ikisidir.
Hayat fitnesi, insanın yaşadığı sürece veya hayatının bir safhasında bizzat veya aile fertlerinden biri sebebiyle sıkıntı çekmesidir. Şüphesiz bunlar birer imtihan vesilesidir. Hayat fitnesi ise bunlara tahammül etmemek, hâşâ Cenâb-ı Hakk’a isyana yeltenmektir. Hayat denen emaneti Allah Teâlâ’nın istediği şekilde kullanmamak, ömrü günah bataklığında boşu boşuna tüketmek de bir hayat fitnesidir.
Ölüm fitnesi, insanın henüz hayata gözlerini yummadan önce şeytanın onu imanından etmek için kurduğu tuzağa kapılmasıdır. Münker ve nekir meleklerinin kabirdeki imtihanı da ölüm fitnesi olarak kabul edilmiştir. Bu imtihanları Allah’ın yardımıyla atlatanlar düzlüğe çıkacaklardır. Kaybedenler ise kabir azâbıyla başlayan kötü bir maceraya atılacaklardır.
Borç altında ezilmek, insanın ağır bir borç altına girip de borcunu ödeyecek maddî imkâna sahip olmamasıdır. Alacaklının talebine müsbet cevap verememek tahammül edilmesi zor bir sıkıntıdır. Peygamber Efendimiz bize, ağır borç yükünden de Allah’a sığınmak gerektiğini öğretmektedir.
Zâlimlerin başa geçmesi ise kötü idarecilerin halkı ezmesi, onlara zulmetmesi demektir. Peygamber Efendimiz bu hali “galebetü’r-ricâl” diye ifade buyurmuştur. Halkın ezilip zulmedilmekten Allah’a sığındığı kadar, idareciliğe soyunan kimseler de zâlim bir yönetici olmaktan kaçınmalı ve bu hale düşmekten Allah’a sığınmalıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hadîs-i şerîfte sayılan hallerin hepsi insanın mânevî dünyasını yıkan birer kötülüktür.
2. Bu kötülüklerden Allah’a sığınmalıdır.
Günahların Affolması İçin Okunacak Dua
Ebûbekir es-Sıddîk radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Bana bir dua öğret de namazımda okuyayım, dedi. O da şöyle buyurdu:
– “Allâhümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîran ve lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente, fağfir-lî mağfireten min indik, ve’rhamnî inneke ente’l-gafûru’r-rahîm: Allahım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Öyleyse tükenmez lutfunla beni bağışla, bana merhamet et. Çünkü affı sonsuz, merhameti nihayetsiz olan yalnız sensin, de.” (Buhârî, Ezân 149, Daavât 17, Tevhîd 9; Müslim, Zikir 48. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 97; Nesâî, Sehv 59; İbni Mâce, Duâ 2)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İnsan günah işlemeye müsait bir varlıktır; her zaman hata edebilir; yanılıp günah işleyince de nefsine zulmetmiş olur. Böyle bir duruma düşen kimse ne yapacaktır? Yüce Rabbimiz bize bunu da öğretmekte ve böyle zamanlarda takvâ sahiplerinin nasıl davranacaklarını şöyle anlatmaktadır:
“Yine onlar, bir kötülük yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe istiğfâr ederler.” (Âl-i İmrân sûresi, 135) Demekki önemli olan hata etmemek değil, hata ettiği zaman biricik Rabbini hatırlayıp O’na yönelmek, O’ndan bağışlanma dilemektir.
İnsan kendine nasıl zulmedebilir? İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Nefis insana devamlı surette Allah’ın yasak ettiği şeyleri yapmayı, emrettiği şeyleri yapmamayı telkin eder. Şayet bu konularda sözünü dinletemiyorsa, ilâhî bir emrin yapılması için, meselâ bir namazın kılınması için önünde daha çok vakit bulunduğunu söyleyerek o emri ihmal ettirmeye çalışır. İşte nefsinin bu konulardaki taleplerine kulak veren kimse kendine zulmetmiş olur.
İnsanların yapacağı yardım ve iyilik sınırlıdır. Tükenmez lutuf sadece Allah Teâlâ’nın yüce katında vardır. O, insanı uçsuz bucaksız rahmetine bir daldırdı mı, işte o zaman insan günah kirlerinden büsbütün temizlenerek bahtiyarlığın zirvesine ulaşmış olur.
Bir kul Hz. Ebûbekir gibi “sıddîk” derecesinde bile olsa, Cenâb-ı Hakk’a karşı istemeden yaptığı hataları, kusur ve noksanları bulunabilir. İşte bundan dolayı her fert Allah Teâlâ’nın affını ve mağfiretini istemek durumundadır. Peygamber aleyhisselâm’ın Hz. Ebûbekir’e namazlarda, bazı rivayetlere göre evinde okumak üzere öğrettiği bu dua her yerde her zaman ve her fırsatta okunmalıdır. İnsan bu özlü dua sayesinde günahkârlığını pek samimi bir şekilde itiraf etmekte, Rabbinin bağışlamasına olan ihtiyacını pek güzel dile getirmekte ve kendisini bütün günahlardan sadece Cenâb-ı Hakk’ın arıtabileceğine bütün gönlüyle iman ettiğini ifade etmektedir.
Bu duayı namazda okumak isteyenler, tahiyyattan sonra ve selâm vermeden önce okumalıdır.
Hz. Ebûbekir’in “namazımda okuyayım” sözü bazı rivayetlerde “evimde okuyayım” şeklindedir. (Müslim, Zikir 48) Hadîs-i şerîfteki “zulmen kesîran” ifadesi bazı rivayetlerde “zulmen kebîran” şeklinde geçmektedir. (Müslim, Zikir 48) Her iki rivayeti dikkate alarak “zulmen kesîran kebîran” diye okumak uygun olur.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hz. Ebûbekir’in yaptığı gibi, insan bilmediğini, özellikle âhireti için faydalı olanı, onu bilen âlimlerden sorup öğrenmelidir.
2. Bu özlü dua hem namazlarda hem evlerde hem başka yerlerde sık sık okunmalıdır.
Bilmeden veya Bilerek İşlenen Günahların Affı İçin Okunacak Dua
Ebû Mûsâ el-Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümmağfirlî hatîetî ve cehlî ve isrâfî fî emrî ve mâ ente a‘lemü bihî minnî. Allâhümmağfirlî ciddî ve hezlî, ve hataî ve amdî ve küllü zâlike indî. Allâhümmağfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü, vemâ esrartü vemâ a‘lentü, vemâ ente a‘lemü bihî minnî, ente’l-mukaddimü ve ente’l-muahhir, ve ente alâ külli şey’in kadîr:
Allahım! Günahlarımı, bilgisizlik yüzünden yaptıklarımı, haddimi aşarak işlediğim kusurlarımı, benden daha iyi bildiğin bütün suçlarımı bağışla! Allahım! Ciddî ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, ölçüsüz bir şekilde işlediğim ve benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senin gücün her şeye yeter” (Buhârî, Daavât 60; Müslim, Zikir 70)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in “geçmiş ve gelecek günahları” Cenâb-ı Hak tarafından büsbütün bağışlanmıştır. (Fetih sûresi, 2) İşte bundan dolayı onun bilerek bilmeyerek, ciddî veya şaka yollu, gizlice veya açıktan yaptığı günahları yoktur. Peygamberler için günah, yapılması daha uygun ve daha mükemmel olanı yapmamaktan ibarettir.
Hz. Peygamber’in böyle dua etmesi, Rabbine olan derin tevâzuu, kendisini tamamiyle bağışladığı için O’na duyduğu engin şükrânı sebebiyle olmalıdır. Resûlullah Efendimiz sadece kendisi için değil, aynı zamanda ümmeti için de dua etmiştir. Bu duanın da onlardan biri olması mümkündür. Bilinmesi gereken bir gerçek de şudur: Allah’ın Resûlü ümmetine birçok şeyi öğrettiği gibi, günahlardan tamamen kurtulmak için nasıl dua edilmesi gerektiğini de öğretmiştir. Peygamber Efendimiz bize, yâ Rabbî, bütün bu günahlar bende mevcuttur; bunu samimiyetle itiraf ediyorum; ama şunu da biliyorum ki yegâne bağışlayıcı sadece sensin, ne olur beni de bağışla diye dua etmemizi tavsiye buyurmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Efendimiz’in öğrettiği bu özlü dua, işlediğimiz bütün günah çeşitlerini ortaya koymakta, onların Cenâb-ı Hakk’a itiraf şeklini ve bunlardan kurtulmanın yolunu göstermektedir.
2. İnsan günahlarından kurtulmak için her fırsatta Allah’a dua etmelidir.
Peygamberimizin En Çok Okuduğu Dua
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme innî eûzü bike min şerri mâ amiltü ve min şerri mâ lem a‘mel: Allahım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 65, 66. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32; Nesâî, Sehv 63, İstiâze 58, 59; İbni Mâce, Dua 3)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Tâbiîn neslinden bir zât Hz. Âişe’ye Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in en çok hangi duayı okuduğunu sormuş, o da bu duayı söylemişti.
Şimdiye kadar yaptığım işlerin şerrinden sözü, insanın bilerek yaptığı veya istemeden işlediği günahları kapsamaktadır. Hatta insanın yapması gerektiği halde yapamadığı iyilikler de bu duanın içine girmektedir. Böyle dua eden kimse sanki şöyle niyazda bulunmaktadır: Yâ Rabbî, dünyada veya âhirette hesabını vermek zorunda olduğum, dolayısıyla senin affına ve mağfiretine ihtiyaç duyduğum bütün günahlarımı bağışla!
Bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sözü daha kapsamlıdır. Bu sözün içine ilk bakışta, insanın o âna kadar yapmadığı, fakat ondan sonra yapabileceği günahlar girmektedir. İnsanın yapabileceği günahlar, yaptıklarından daha çok olabilir. Meselâ günahtan şiddetle sakınan bazı kimselerin bu davranışlarından dolayı gurura kapılıp kendilerini beğenmeleri başlı başına bir günahtır. Âyet-i kerîmede belirtildiği üzere, sadece zulmedenlere erişmekle kalmayan, diğer insanları da perişan edecek olan fitneler vardır. (Enfâl sûresi, 25) İnsan bu geniş kapsamlı duayı yapmakla, başına gelebilecek sıkıntılardan da Allah’a sığınmış olmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Yapılan günahlar yüzünden başa gelebilecek cezalardan Allah’a sığınmalıdır.
2. İnsan Cenâb-ı Hakk’ın hoşnut olmayacağı işleri yapmaktan hem sakınmalı hem de kendisini bir mü’mine yakışmayacak tavır ve davranışlardan koruması için O’ndan yardım istemelidir.
Afiyet ve Ansızın Gelecek Felaketten Korunma Duası
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından biri şu idi:
“Allâhümme innî eûzü bike min zevâli ni‘metike ve tehavvüli ‘âfiyetike ve fücâeti nıkmetike ve cemîi sahatik:Allahım! Verdiğin nimetin yok olup gitmesinden, lutfettiğin âfiyetin bozulmasından, ansızın vereceğin cezâdan ve senin gazabını üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 96. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 32)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Resûl-i Ekrem Efendimiz bu duasıyla, yokluğu ve varlığı insanı perişan edecek olan ikişer şeyden Allah’a sığınmaktadır.
İnsanın üzerindeki en büyük nimet, İslâm ve iman nimetidir. Bu nimetlerin yokluğu insan için en büyük felâkettir. Hem dünya hem de âhiretinin perişan olması demektir. Diğer nimetler bunlardan sonra gelir. Bu kapsamlı ifade her tür nimeti içine almaktadır. Efendimiz’in ifadesiyle söyleyecek olursak “nimetin zevâli”, onun büsbütün yok olup gitmesidir.
Âfiyet, hem dünya hem de âhiretle ilgili bütün hayırları kapsayan zengin mânalı bir kelimedir. Bu sebeple insan birbirine âfiyet temenni etmelidir. Fakat biz bu kelimeyi daha çok dünyevî nimetler için kullanırız. Dünyada âfiyetin bozulması, insanın sağlamken hasta olması, zenginken fakir olması veya benzeri sıkıntılara uğraması demektir.
Ansızın gelecek bir felâket, yavaş yavaş gelen sıkıntılardan daha ağır ve yıpratıcıdır. Sıkıntının yavaş yavaş gelmesi insanı felâkete hazırlar, tahammülünü artırır. Beklenmeyen bir felâket ise insanı âniden yıkıp çökertir.
Allah’ın her türlü gazabı ifadesi, yukarıda sayılanların özeti durumundadır. Çünkü nimetin yok olması, âfiyetin kaybedilmesi, bir felâketle ansızın karşılaşılması birer ilâhî gazap, insan için birer felâkettir. “Allahım! Senin gazabını üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım” diyen kimse Mevlâ’sının merhametine tutunmuş ve O’nun himâyesine duyduğu derin ihtiyacı dile getirmiş olur.
Allah’ın gazabından kaçıp kurtulacağımız bir başka sığınak yoktur. O’ndan kaçsak bile yine sığınacağımız O’nun rahmetidir. Şu fâni dünyada yegâne hedefimiz Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak olmalıdır. Bu görevimizi yapmaya gayret ederken, ilâhî bir gazapla her şeyi yitirmemek için de sık sık Allah Teâlâ’ya sığınmalıyız.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu felâketlerden Allah’a sığınmakla, bize de böyle yapmamızı öğütlemektedir.
2. Sahip olunan nimeti elden kaçırmamanın yolu, onları Cenâb-ı Mevlâ’nın rızâsına uygun şekilde kullanmaktır.
Allah’a Sığınma Duası
Zeyd İbni Erkam’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-buhli ve’l-heremi ve azâbi’l-kabr. Allâhümme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhümme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ: Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 73. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 13, 65)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Peygamber Efendimiz bu duasında üç defa “Allahım!” diye söze başlamak suretiyle Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunmaktadır.
Birinci grup duasında âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele güne muhtaç olmaktan ve kabir azâbından Allah’a sığınmaktadır. Resûl-i Ekremsallallahu aleyhi ve sellem bu hallerden Cenâb-ı Hakk’a her vesileyle sığınmıştır.
İkinci grup duasında nefsi en iyi temizleyip terbiye edenin sadece Allah Teâlâ olduğunu belirterek nefsine takvâ nasip etmesini ve onu her türlü günahtan temizlemesini dilemektedir. Efendimiz bu sözleriyle “Her bir nefse ve onu düzenleyene, sonra da ona hem kötülüğü hem ondan sakınmayı ilham edene yemin olsun” (Şems sûresi, 7-8) âyetine işaret buyurmakta ve Cenâb-ı Hak’tan nefsine takvâ nasip etmesini, yani onu hep emirlerini yapmaya ve yasaklarından kaçınmaya yöneltmesini istemektedir. Çünkü nefsin sahibi O olduğu için, nefse söz geçirecek ve onu iyiliğe ve hayra yöneltecek de sadece O’dur.
Üçüncü grup duasında ise, her biri insan için felâket olan dört şeyi dile getirmekte ve onlardan Allah’a sığınmaktadır.
Faydasız ilim, insanın ahlâkını, söz ve davranışlarını güzelleştirmeye, dini Allah’ın istediği gibi yaşamaya götürmeyen ilimdir. Esasen ilim Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından biri olduğu için kötülenmez. İlmi kötü ve faydasız kılan sebepler vardır. Bu sebeplerin en önemlisi de onun hem insanın kendine hem de başkalarına zarar vermesidir. Meselâ büyücülük ve falcılık da birer ilimdir. Ama bu ilimlerle uğraşan kimse başkalarına kötülük yapmakla kalmaz, en kıymetli sermayesi olan ömrünü de boşuna tüketip gider.
Ürpermeyen gönül, yanında Allah’ın adı veya âyetleri anıldığı zaman duygulanmayan kalp ve bunun sonucu olarak kendisine çeki düzen vermeyen insan demektir. Peygamber Efendimiz “Allah’tan en uzak kimselerin katı kalpliler olduğunu” bildirmektedir. (Tirmizî, Zühd 62) Allah Teâlâ da böyle kimseleri “Allah’ı zikretme konusunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline” (Zümer sûresi, 22) diye tehdit etmektedir.
Doyma bilmeyen nefis, Allah’ın verdikleriyle yetinmeyen, aç gözlü oluşu sebebiyle dünyalık biriktirmekten usanmayan veya yiyip içtikleriyle yetinmeyen nefis demektir ki, böyle bir nefis şüphesiz insanın en büyük düşmanıdır.
Kabul olunmayan dua, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmaya lâyık bir hali bulunmayan kimsenin ağzından çıkması sebebiyle hep reddedilip geri çevrilen dua demektir. Yüce Rabbim bizleri böyle bir muameleye uğramaktan muhâfaza buyursun (Âmin).
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Allah’a sığındığı bu şeylerden biz de O’na sığınmalıyız.
2. Allah korkusu gönüllerimize hâkim olmalı, daha çok şey öğrenmeli ve öğrendiklerimizi yaşamalıyız.
3. Şayet Allah’ın adı ve buyrukları anıldığı zaman kalbimiz duygulanıp ürpermiyor, nefsimiz yiyip içtiklerine doymuyor ve daha çok dünyalık istiyorsa, hayatımızı yeniden gözden geçirmeli ve iyi bir müslüman olmaya daha çok gayret etmeliyiz.
Tevekkül Duası
İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hep şöyle dua ederdi:
“Allâhümme leke eslemtü ve bike âmentü ve ‘aleyke tevekkeltü ve ileyke enebtü ve bike hâsamtü ve ileyke hâkemtü, fağfir-lî mâ kaddemtü vemâ ahhartü vemâ esrartü vemâ a‘lentü, ente’l-mukaddimü ve ente’l-muahhir, lâ ilâhe illâ ente: Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim. Kitabın ile hükmettim. Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Senden başka ilâh yoktur.” (Buhârî, Teheccüd 1, Daavât 10, Tevhîd 8, 24; 35. Müslim, Müsâfirîn 199, 201, Zikir 67. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî, Daavât 29; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 9; İbni Mâce, İkâme 180)
Bazı râviler, “lâ havle velâ kuvvete illâ billâh: Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir” cümlesini ilâve etmişlerdir. (Buhârî, Teheccüd 1; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 9)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Allah’a teslim olmak, bütün emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğmek demektir. O’na inanmak, Allah’ın varlığını, birliğini, peygamberlerine haber verip bildirdiği gerçekleri, bütün emirlerini ve yasaklarını kabul etmek demektir. Allah’a güvenmek, O’nun yardım edeceğine inanarak bütün işlerin yönetimini kendisine bırakmaktır. Yüzünü ve gönlünü Allah’a çevirmek, bütün günahları terkedip O’nun emirlerine yönelmek, gafleti ve uyuşukluğu bırakıp hep O’nu anmaya ve hatırından çıkarmamaya karar vermektir. O’nun yardımıyla düşmanlara karşı mücâdele etmek, İslâmiyet’e savaş açanlara, Allah’ın dinini küçük düşürmeye çalışanlara karşı yine Allah’ın desteği, yardım ve ilhamıyla karşı koymak, Hakk’ı galip getirmek için çaba sarfetmektir. Kitabıyla hükmetmek, hayatını Kur’ân-ı Kerîm’e göre düzenlemek, Kur’an’daki ilâhî hükümleri gönül hoşluğu ile benimsemek ve sadece Allah’ın hükmüne baş eğmektir.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hadisin buraya kadar olan kısmında inancıyla ve inancını yaşamasıyla iyi bir kul olmaya azmettiğini ve bunu gerçekleştirmeye çalıştığını Cenâb-ı Hakk’a arzettikten sonra, bütün günahlarından arınmak istediğini dile getirmekte ve “Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle!” diye niyazda bulunmaktadır. Birçok defa belirtildiği üzere Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Cenâb-ı Hak tarafından bağışlanmasına rağmen yukarıdaki ifadelerle dua etmesi, öncelikle ümmetine nasıl dua etmek gerektiğini öğretmek içindir. Bağışlanmasına rağmen yine de böyle dua etmesi, Allah Teâlâ’nın ona öğrettiği üstün tevâzuu sebebiyledir.
Resûlullah Efendimiz’in Cenâb-ı Hakk’a, Allahım, kimi kullarını öne geçiren yani onlara güzel işler, ibadetler, sâlih ameller nasip etmek suretiyle kolayca Cennete gitmelerini sağlayan, kimilerini de geride bırakan yani yolunca gitmemesi sebebiyle cehenneme yollayan sensin, dedikten sonra duasını Allahım! Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak senin yardımınla kazanılabilir; senden başka ilâh yoktur, diye bitirmesi ne kadar anlamlıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Peygamber Efendimiz bu duasında insanın en belirgin zaaf ve kusurlarını saymakta, bütün kapsamıyla günahları dile getirmekte, sonra da o günahlardan bağışlanmasını niyâz etmektedir.
2. Hâlimizi pek güzel dile getiren bu duayı dilimizden düşürmemeliyiz.
Cehennem Fitnesi ve Azabından Korunma Duası
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şu sözlerle dua ederdi:
“Allâhümme innî eûzü bike min fitneti’n-nâri ve azâbi’n-nâr ve min şerri’l-gınâ ve’l-fakr: Allahım! Cehennem fitnesinden, Cehennem azâbından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 77)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İnsanın hayata gözlerini açtığı andan, asıl yurdu olan cennete varacağı zamana kadar önünde çeşitli fitneler, pek değişik imtihan şekilleri vardır. Dünya, hayat, hayatta karşılaşılan çeşitli haller, meselâ zenginlik, fakirlik, kaçınılmaz olan ölüm ve kabir birer fitne olduğu gibi cehennem de bir fitnedir.
Hadisimizde önce Cehennem fitnesi, ardından da Cehennem azâbı zikredilmiştir. Cehennem fitnesi, insanın Cehennem’e girmesine sebep olacak günahlardır. Peygamber Efendimiz Cenâb-ı Hak’tan kendisini Cehennem’e götürecek kötü hareketleri yapmaktan korumasını ve bunun tabii sonucu olan Cehennem azâbından da muhafaza buyurmasını istemektedir.
Zenginlik bir nimet olduğu kadar, malının zekâtını vermemek, yardımlarıyla koruyup desteklemesi gerekenleri himâye etmemek, servetini kötü yollarda kullanmak, onu kötü kimselerin fena emellerine hizmet edecek şekilde harcamak, servetin kendisine verilmiş bir emanet olduğunu unutarak onunla övünüp şımarmak, daha da kötüsü servetini Allah’ın yasakladığı haram yollardan kazanmak malın fitnesi ve şerridir.
Fakirliğin şerri yani fenalığı ise, içinde bulunduğu hale râzı olmayıp kaderine isyan etmek, zenginlere bakıp yerinmek, onların durumunu kıskanmaktır.
Sayılan bu haller ile başa gelmesi kaçınılmaz olan durumlardan ve onların fenalığından Allah’a sığınılması gerekmektedir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Cehennem’e düşmekten korkmalı ve insanı cehenneme götürecek fena hallerden uzak durmaya çalışmalı ve bunların şerrinden Allah’a sığınmalıdır.
2. Zenginliğin de, fakirliğin de iyi ve kötü tarafları vardır. Önemli olan zenginin, malını yerli yerince kullanması, fakirin de haline razı olmasıdır.
Kötü Ahlaktan Korunma Duası
Ziyâd İbni İlâka’nın rivayetine göre amcası Kutbe İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme innî eûzü bike min münkerâti’l-ahlâki ve’l-a‘mâli ve’l-ehvâ: Allahım! Kötü ahlâklı olmaktan, fena işler yapmaktan ve yanlış inançlara sapmaktan sana sığınırım.” (Tirmizî, Daavât 126)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Bu hadîs-i şerîfte Peygamber aleyhisselâm üç şeyden Cenâb-ı Hakk’a sığınmaktadır. İlki kötü ahlâk olup bunlar kibir, haset, kendini beğenmek, başkalarına zulmetmek gibi dinin çirkin görüp kesinlikle yasakladığı, akl-ı selîm sahibi kimselerin de kötülüğünü kabul ettiği davranışlardır.
İkincisi fena işler olup bunlar da içki içmek, Allah’ın haram kıldığı şeyleri alıp satmak, zina etmek gibi fiillerdir.
Üçüncüsü de yanlış inançlardır. Bunlar Peygamber aleyhisselâm’ın getirip tebliğ ettiği ve esaslarını açıkladığı İslâm Dini’nde bulunmayan, Ehl-i sünnet görüşlerine uymayan, sonradan uydurulup ortaya atılan bozuk inançlardır.
Sayılan bu üç hususun her biri müslümanın aklını kullanarak şiddetle kaçınacağı tavır, hareket ve düşünceler olduğu halde Resûl-i Ekrem Efendimiz onlardan yine de Allah’a sığınmakla bize şunu hatırlatmaktadır: İnsan şahsî gayreti ve çabasıyla bu kötülüklerden uzak durmaya çalışacak, bununla beraber onlardan korunabilmek için yine de Cenâb-ı Hakk’ın yardımını isteyecektir. Zira onun lutfu ve inâyeti olmadan kötülüklerden korunmak mümkün değildir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Mü’min kötü ahlâktan, fena davranışlardan ve bozuk inançlardan uzak duracaktır.
2. Bununla beraber kendisine güzel ahlâk ve davranışlar nasip ederek kötülüklerden koruması için Allah Teâlâ’dan yardım isteyecektir.
Azaların Şerrinden Korunma Duası
Şekel İbni Humeyd radıyallahu anh şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Bana bir dua öğret! dedim. Bunun üzerine bana:
– “Allâhümme innî eûzü bike min şerri sem‘î ve min şerri basarî ve min şerri lisânî ve min şerri kalbî ve min şerri meniyyî: Allahım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden sana sığınırım, de” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 74. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 4, 10, 11, 28)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Ashâb-ı kirâm Resûlullah Efendimiz’e böyle güzel ve isabetli sorular sormasalardı, geniş kapsamlı ve derin mânalı birçok duayı öğrenmekten mahrum kalacaktık. Allah onların hepsinden razı olsun.
Kulağın şerri, yalan sözü, dedikoduyu, insanı günaha götüren konuşmaları dinlemesidir. Daha da kötüsü hak ve doğru söze, Allah’ın ve Resûlullah’ın davetine iltifat etmemesidir.
Gözün şerri haram olan şeylere bakması, Allah’ın kullarını küçümseyerek ve onlara değer vermeyerek süzmesi, öte yandan Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki eşsiz sanatını ve kudretini görmemesidir.
Dilin şerri, konuşulmasını dinin uygun görmeyip yasakladığı şeyleri söylemesi, kendisini ilgilendirmeyen ve vazifesi olmayan şeyleri konuşup durması, insanların gönlünü kırması, ayrıca bir gerçeği dile getirmesi gereken yerde susup konuşmamasıdır.
Kalbin şerri, gönlü Allah ile ve dinin buyruklarıyla meşgul edecek yerde Allah’tan uzaklaştıracak işlerle oyalaması, onu kibir, gösteriş (riyâ), kin ve nefret gibi fena duygularla beslemesidir.
Cinsel organın şerri, onu meşrû ve helâl şekilde değil de sahibine günah kazandıracak haram yollarda kullanmaktır.
Bir insan bütün bu organları Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı meşrû yolun dışında kullandığı zaman, onların başına açacağı felâketlerden gerçekten Allah’a sığınmalıdır. İşte bu sebeple Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, vücudunun bu en önemli organlarını, rızâsına uygun olmayan işlerden korumasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz etmekte ve O’na, yâ Rabbî! Kulağımı senin hoşlanmadığın sözleri duymaktan, gözümü senin istemediğin şeylere bakmaktan, dilimi üzerime vazife olmayan sözleri söylemekten, kalbimi senin çirkin gördüğün kötü duygu ve düşüncelerden, mahrem yerlerimi de beni zinaya itecek, hatta ona yaklaştıracak hareketlerden koru, diye yalvarmaktadır. Kulağın, gözün, gönlün, bunların her birinin yaptığı işlerden sorumlu olduğunu belirten âyet-i kerîme de (İsrâ sûresi, 36) bize bu organları yerli yerinde kullanmayı tavsiye etmektedir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hadisimizde zikredilen organların yapacağı iyi ve güzel işler yanında, kötü ve çirkin davranışlar da vardır. Peygamber Efendimiz onları bu fena hareketlerden korumamızı tavsiye etmektedir.
2. Organlarımızı yerli yerinde kullanmaya çalışırken, onların işleyebileceği günahlardan Allah’a sığınmalıdır.
Hastalıklardan Korunma Duası
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-barasi ve’l-cünûni ve’l-cüzâmi ve seyyii’l-eskâm: Allahım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından, cüzzâm illetinden ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Vitir 32. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 36)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Resûl-i Ekrem Efendimiz, insanı ya ibadet ve tâatten veya diğer insanlardan uzaklaştırabilecek bazı hastalıkların adını vererek onlardan Allah’a sığınmaktadır. Zikredilen rahatsızlıklardan alaca hastalığı, baras ve abraşlık diye de anılan ve deride meydan gelen bir leke hastalığıdır. Eski devirlerde bunun tedavisi bilinmediği için Allah Teâlâ Hz. Îsâ’ya alaca hastalarını iyileştirme mûcizesini vermişti.
Cüzzâm ise, ileri safhasında parmakların ve burnun düşmesine yol açan tehlikeli bir hastalıktır. Eskiden tedavisi bilinmediği için cüzzama yakalanmış kimseler toplumdan uzak tutulurdu.
Akıl hastalığı (cünûn) insanı en büyük nimet olan temyiz gücünden, dolayısıyla mükellef olma bahtiyarlığından, Allah’a ibadetten mahrum ettiği, ayrıca kişiyi insanlar yanında değersiz ve önemsiz kıldığı için Cenâb-ı Hakk’a sığınılması gereken önemli bir rahatsızlıktır.
Efendimizin kötü hastalıklar diye genel bir ifadeyle zikrettiği diğer rahatsızlıklar ise insanı uzun süre yatağa bağlayan, tedavisi bilinmeyen ve hatta insanı ölümü bile tercih etmeye mecbur bırakan ağır hastalıklardır. Yukarıda zikredilen ve edilmeyen rahatsızlıklara sabretmek insanın mükafatının artmasına sebep olmakla beraber, bazı hastalıkların tahammül sınırını aşması halinde insan istemeden de günaha düşebilir. Bu sebeple her nevi ağır hastalıktan Allah’a sığınmak gerekir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hastalıklara sabretmek insana sevap kazandırmakla beraber, insanın kazandığı sevapları da yok edebilecek, hatta onu günaha sokacak ağır hastalıklardan Cenâb-ı Hakk’a sığınmalıdır.
2. Peygamber Efendimiz’in bu özlü duasını dilden düşürmemelidir.
Açlıktan Korunma Duası
Ebû Hüreyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dua ettiğini söyledi:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-cûi feinnehû bi’se’d-dacî‘, ve eûzü bike mine’l-hiyâneti feinnehâ bi’seti’l-bitâne:
Allahım! Açlıktan sana sığınırım; o insanı avucunun içine alan ne fena bir haldir. Emanete ihânetten de sana sığınırım; o ne kötü bir huy ve tabiattır.” (Ebû Dâvûd, Vitir 32. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 19, 20; İbni Mâce, Et’ime 53)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Resûl-i Ekrem Efendimiz bu hadiste önce açlıktan Allah’a sığınmakta ve ileri derecedeki açlığın“insanı avucunun içine alan”, onun rahatını ve gönül huzurunu yok eden, belki hastalığa, hatta ölüme sürükleyen çok fena bir hal olduğunu söylemektedir. İleri derecedeki açlık insanın aklî melekelerini zayıflatacağı için zihne kötü düşünceler ve bozuk fikirler getirebilir. Bunun sonunda insan dinî ve dünyevî görevlerini ihmal edebilir. Peygamber aleyhisselâm’ın, kendisi iftar etmeden iki gün üst üste oruç tuttuğu halde, savm-ı visâl denen bu oruç şeklini ümmetine yasaklamasının hikmeti de bu olmalıdır.
Nebiy-yi Muhterem Efendimiz bir de hiyânetten yani insanların ve Cenâb-ı Hakk’ın emanetlerine ihânet etmekten Allah’a sığınmış ve bunun çok kötü bir huy ve tabiat olduğunu söylemiştir. İnsanların birbiriyle münasebetlerindeki emanetin ve ona ihânetin ne demek olduğunu biliriz. Cenâb-ı Hakk’ın emanetine gelince, bu “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunun sorumluluğundan korkarak onu yüklenmekten çekindiler” (Ahzâb sûresi, 72) âyetinde işaret edilen ilâhî tekliflerin yani emir ve yasakların tamamıdır. Resûlullah Efendimiz için emanete ihânet elbette söz konusu olamayacağına göre, o bu duasıyla, hâinliğin insanı rezil eden ve onu en aşağı seviyeye indiren korkunç durumunu ümmetine göstermek istemiş ve ondan Allah’a sığınmalarını öğütlemiştir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Açlık insana mânevî değerlerini bile kaybettirebilecek bir felâkettir.
2. Hâinlik Müslümana hiç yakışmayan pek âdi bir huydur.
3. Hem açlıktan hem de emanete ihânet etmekten Allah’a sığınılmalıdır.
Helal Rızık ve Borçtan Kurtulma Duası
Ali radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre anlaşmalı bir köle ona gelerek:
– Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et, dedi. O da:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bana öğrettiği duayı ben de sana öğreteyim mi? Bunu okumaya devam ettiğin takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder. Şöyle dua et dedi:
“Allâhümmekfinî bi-helâlike an harâmik, ve ağninî bi-fazlike ammen sivâk: Allahım! Bana helâl rızık nasib ederek haramlardan koru! Lutfunla beni senden başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Daavât 111)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Anlaşmalı köle diye tercüme ettiğimiz mükâteb, efendisinin takdir edeceği bir parayı ona ödeyerek hürriyetine kavuşmak isteyen erkek veya kadın köle demektir. Bunlar çalışarak, şahıslardan ve devletten yardım alarak ödemeleri gereken miktarı efendilerine öder ve hürriyetlerini elde ederler.
Borcunu ödeme zamanı geldiği halde gerekli parayı henüz tedârik edemeyen böyle bir köle Hz. Ali’den maddî veya mânevî yardım istedi. Onun köleye maddî bir yardımda bulunup bulunmadığı hadisten anlaşılmamakla beraber, Resûl-i Ekrem’in kendisine öğrettiği bu duayı ona da belletmek suretiyle en azından mânevî bir yardımda bulunduğu görülmektedir.
İnsana her imkânı lutfeden Allah Teâlâ’dır. Bir borcu ödeyebilmek için elden gelen gayret gösterilirken, her işte olduğu gibi bu konuda da Cenâb-ı Hakk’ın yardımı istenmelidir. İnsan ticaret yaparken veya burada olduğu gibi bir açığını kapatmaya çalışırken hep helâl rızık peşinde olacak, haramlardan şiddetle kaçınacak, bunun yanı sıra kendisini haram kazançtan koruması için Allah Teâlâ’dan yardım isteyecektir. “Haram helâl ver Allahım/Çoluk çocuk yer Allahım” diyerek nereden geldiğine bakmadan kasasını doldurmaya çalışmak bir müslümanın kesinlikle iltifat etmeyeceği bir anlayıştır.
Müslüman İslâm’ın izzet ve şerefini temsil eden bir kimse olması itibariyle Allah’tan başkasına muhtaç olmamayı hayat felsefesi kabul edecek, alan el değil veren el olmaya çalışacak ve böylece gerçek hürriyetine kavuşacaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Resûl-i Ekrem Efendimiz ağır borç altında ezilmekten Allah’a sığınmamızı tavsiye ettiği gibi, borcumuzun edâsını nasip etmesi için de O’na dua etmemizi tavsiye buyurmaktadır.
2. İnsan helâl rızık peşinde olmalı, haramdan şiddetle kaçınmalıdır.
3. Allah’tan başkasına muhtaç olmamaya çalışmalı ve bunu yine O’ndan niyâz etmelidir.
Nefsin Şerrinden Korunma Duası
İmrân İbni Husayn radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem onun babası Husayn’a dua etmesi için şu iki cümleyi öğretti:
“Allâhümme elhimnî rüşdî ve eiznî min şerri nefsî: Allahım! Beni senin doğru yoluna ilet! Nefsimin şerrinden beni koru!” (Tirmizî, Daavât 70)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İmrân İbni Husayn tanınmış bir sahâbîdir. Babası Husayn henüz Müslüman olmadan önce bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e rastladı. Allah’ın Resûlü ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:
– Husayn! Bugün kaç tanrıya tapıyorsun?
– Altısı yerde, biri gökte olmak üzere yedi tanrıya.
– Başına bir sıkıntı gelince onlardan hangisine sığınıyorsun?
– Göktekine.
– Husayn! İslâmiyet’i kabul etsen, ben de sana çok faydalı olacak iki cümle öğretsem ne iyi olur.
Daha sonraları Husayn İslâmiyet’i kabul edince Peygamber aleyhisselâm’ın yanına geldi ve:
– Yâ Resûlallah! Bana vaadettiğin o iki cümleyi öğret, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem ona yukarıdaki duayı öğretti. (Tirmizî, Daavât 70)
Doğru yolu bulmak ve o yolda yürümek; Allah’ın razı olacağı iyi ve hayırlı işleri yapmak, her türlü hata ve yanlıştan kurtulmak demektir. Nefsinin şerrinden korunmuş olmak ise nefsin insana devamlı surette telkin edip durduğu fena hareketleri yapmamak demektir. Cenâb-ı Hakk’ın tavsiye ettiği dosdoğru yolda yürüyen, nefsinin ve şeytanın telkin ve teşvik ettiği kötü ve çirkin hareketlerden uzak duran kimse hem dünya hem de âhiret bahtiyarlığını elde etmiş olur.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsan Allah Teâlâ’nın gösterdiği yolda yürümeye gayret ederken, kendisini bu yoldan ayırmamasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz etmelidir.
2. Hatalar, günah, isyan gibi kötü fiiller nefsin şerri yani onun telkin ve teşviki ile yapılır. Bu sebeple nefsin kötülüklerinden Allah’a sığınılmalıdır.
Allah’tan Ne İstemeliyiz?
Ebü’l-Fazl Abbas İbni Abdülmuttalib radıyallahu anh şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Bana Allah Teâlâ’dan isteyeceğim bir şey öğret, dedim.
– “Allah’tan âfiyet dileyin!” buyurdu.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar yanına geldim ve:
– Yâ Resûlallah! Bana Allah Teâlâ’dan isteyeceğim bir şey öğret, dedim.
– “Ey Abbas! Ey Resûlullah’ın amcası! Allah’tan dünya ve âhirette âfiyet dileyin!” buyurdu. (Tirmizî, Daavât 85. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 209)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hz. Abbas’ın Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e iki defa belki üç defa (Tirmizî, Daavât 85) gelerek âfiyetten başka bir dua öğretmesini istemesi, onun âfiyeti o kadar önemsemediğini, ondan daha önemli şeylerin bulunabileceğini zannettiğini hatıra getirmektedir. Halbuki Hz. Ebû Bekir’in haber verdiğine göre bir gün Resûl-i Ekrem minbere çıkmış, sonra ağlamaya başlamış ve ashâbına, “Allah’tan af ve âfiyet dileyiniz; zira bir kimseye imandan sonra âfiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir” (Tirmizî, Daavât 106; İbni Mâce, Duâ 5) buyurmuştu. Bir savaşta da ashâbına “Düşmanla karşı karşıya gelmeyi istemeyin; Allah’tan âfiyet dileyin.” (Buhârî, Cihâd 112, 156; Müslim, Cihâd 20) diye tavsiye etmişti. Yine Resûlullah Efendimiz ezanla kamet arasında yapılacak duayı Allah Teâlâ’nın reddetmeyeceğini söylediği zaman, sahâbîler o sırada nasıl dua etmek gerektiğini sormuşlar, o da “Dünya ve âhirette Allah’tan âfiyet dileyin” buyurmuştu. (Tirmizî, Daavât 128)
Bu rivayetler ve daha başka hadisler dikkate alındığı zaman âfiyetin sadece dünya ile ilgili bir temenni değil aynı zamanda âhireti de kapsayan çok geniş mânalı bir kelime olduğu görülmektedir. Âfiyet hem beden hem ruh sağlığını hem bütün sıkıntılardan kurtulmayı ifade ettiği gibi, dünyada ve âhirette insanın başına gelebilecek her fenalıktan kurtulma temennilerini de ihtiva etmektedir. Nebiy-yi Muhterem Efendimiz’in kendisinden ısrarla âfiyetten başka bir şey öğretmesini isteyen kimseye, “Şayet Allah Teâlâ sana dünyada ve âhirette âfiyet verirse, artık büsbütün kurtuldun demektir.” (Tirmizî, Daavât 85; İbni Mâce, Dua 5) buyurması bunu açıkça göstermektedir. “Her şeyin başı sağlık” sözü de bir anlamda bu hadisin tercümesi gibidir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Âfiyet hem dünya hem âhiret saâdetini ihtiva eden geniş kapsamlı bir kelimedir.
2. Dualarımızda Cenâb-ı Hak’tan kendimiz için âfiyet niyaz ettiğimiz gibi onu başkaları için de temenni etmeliyiz.
Yâ Mukallibe’l-kulûb! Sebbit Kalbî Alâ Dînik Anlamı
Şehr İbni Havşeb şöyle dedi:
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’ya:
– Ey mü’minlerin annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duayı okurdu? diye sordum. O da şöyle dedi:
– Çoğu zaman “Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” diye dua ederdi. (Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 182, VI, 91, 251, 294, 302, 315)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Kesin olan bir şey varsa, kalpler üzerinde dilediği gibi tasarruf eden sadece Cenâb-ı Hak’tır. Zira O insana kalbinden, kalbine de kendisinden daha yakındır. “Allah kişi ile onun kalbi arasına girer” (Enfâl sûresi, 24) âyet-i kerîmesi de O’nun kalplere çok yakın olduğunu ve onlara dilediği şekli verdiğini göstermektedir. İşte bu sebeple şu âyet-i kerîme dilimizden düşmemelidir:
“Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba‘de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh, inneke ente’l-vehhâb: Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lutfu en bol olan sensin.” (Âl-i İmrân sûresi, 8)
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ kalpleri dilediği yöne çevirebildiği için O’ndan kalbimizi kendi dininden ayırmamasını niyâz etmeliyiz.
2. İşler sonuçlarına göre değerlendirilir. Hiç kimse âkıbetinden emin olmamalı, bu hususta Cenâb-ı Mevlâ’nın yardımını istemelidir.
Davut Aleyhisselam’ın Duası
Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dâvûd aleyhisselâm şöyle dua ederdi: Allâhümme innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l-amele’llezî yübelligunî hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve mine’l-mâi’l-bârid:Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!” (Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l-Kur’ân 39)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Peygamber Efendimiz Dâvûd aleyhisselâm’dan söz ettikçe, -belki de onun zamanını kastederek- en fazla ibadet eden kimsenin Hz. Dâvûd olduğunu söylerdi. Dolayısıyla bizim de onun gibi dua etmemizi tavsiye buyururdu.
Bu hadiste sevgilerin en değerlisi olan Allah sevgisi başta olmak üzere, gönülde yer verilmesi gereken diğer sevgiler dile getirilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ı sevmek ve O’nun sevgisini kazanmak, bir insan için en büyük saâdettir. Böyle bir saâdete erişen kimse ömür sermayesini tam mânasıyla değerlendirmiş, dünya imtihanını başarıyla kazanmış olur.
Allah Teâlâ, kendi sevgisini kazanmanın yolunu ve usûlünü Peygamber’i vasıtasıyla öğretmiş ve ona insanlara şöyle buyurmasını emretmiştir:
“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân sûresi, 31)
Cenâb-ı Hak bir kulunu nasıl sever? Buna göre Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil aleyhisselâm’a:
– “Allah falanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder; Cebrâil de o kulu sever, sonra da gök halkına:
– Allah falanı seviyor, onu siz de sevin! diye hitâb eder. Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. Demek oluyor ki, bütün varlıklar tarafından sevilmek isteyen kimse önce Cenâb-ı Mevlâ’yı sevecektir.
Hadîs-i şerîfte seni sevenleri sevmeyi ifadesiyle işaret buyrulan kimseler âlimler, sâlih kullar, Cenâb-ı Hakk’a gönül vermiş kimselerdir. Böyle kimseleri sevmek, insanın gönlüne derinlik kazandırır, onlarla bir arada olmak Allah’a bağlılığını artırır.
Allah’ın sevgisine ulaştıracak amelleri seven kimse, derin bir hazla yapacağı ibadetler sayesinde Cenâb-ı Mevlâ’nın sevgisini elde eder.
Bir kul Mevlâ’sını canından, ailesinden ve soğuk sudan daha çok sevmek zorundadır. Hatta bir kimse Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i bile “babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe gerçek mü’min olamaz.” (Buhârî, Îmân 8; Müslim, Îmân 70) Soğuk su yaz mevsiminde veya sıcak bölgelerde bir insanın gözünde dünyanın en değerli nimeti sayıldığı için, ayrıca Efendimiz soğuk suyu çok sevdiği için onu burada özellikle zikretmiştir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Resûl-i Ekrem Efendimiz Dâvûd aleyhisselâm’ın bu duasını sevdiği için onu bize de öğretmiştir.
2. Hedefimiz Allah sevgisine ulaşmak olmalıdır. Bu hedefe bizi götürecek iki önemli vesile vardır: Biri Allah Teâlâ’yı sevenleri sevmek, diğeri de Allah sevgisine götürecek amel ve ibadetleri benimseyerek yapmaktır.
Yâ Ze’l-celâli Ve’l-ikrâm Duası
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm: Ey azamet ve kerem sahibi Allahım! duasını ihmâl etmeyip sık sık söyleyiniz.” (Tirmizî, Daavât 92. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 177)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Zü’l-celâli ve’l-ikrâm, Cenâb-ı Hakk’ın 99 güzel isminden biri olup Kur’ân-ı Kerîm’de iki defa geçmektedir. (Rahmân sûresi, 27, 78) Sadece celâl ismi, azamet sahibi, büyük, yüce ve her türlü noksandan münezzeh olmak anlamındadır. Tıpkı el-Müntakım, el-Kahhâr, el-Cebbâr ve el-Azîz isimleri gibi ilâhî gazabı ifade eden esmâ-i hüsnâdan biridir. Hiçbir karşılık beklemeden vermek, ihsan etmek anlamındaki kerem kökünden gelen ikrâm ise Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz iyilik ve kerem sahibi olduğunu ifade etmektedir ve el-Kerîm, es-Settâr, er-Raûf, er-Rahîm, el-Gaffâr gibi Allah Teâlâ’nın rahmet ve sevgisini (cemâlini) ifade eden esmâ-i hüsnâdan biridir. Zü’l-celâli ve’l-ikrâm ismi en önemli ulûhiyyet sıfatlarını ihtiva etmektedir. Zira celâl ismi selbî sıfatların hepsini, ikrâm ise sübûtî sıfatların tamamını ifade etmektedir. İşte bu sebeple bazı âlimler zü’l-celâli ve’l-ikrâmın ism-i âzam olduğu kanaatine varmışlardır. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz’in “Yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm duasını ihmâl etmeyip sık sık söyleyiniz” buyurmasının hikmeti bu noktada daha bir anlam ve derinlik kazanmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. “Yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm” esmâ-i hüsnânın en kapsamlı olanlarından biridir.
2. Her fırsatta “Yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm” demelidir.
Tüm Duaları İçine Alan Dua
Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birçok dua okudu, fakat biz ondan hiçbir şey ezberleyemedik. Bunun üzerine:
– Yâ Resûlallah! Pek çok dua okudun, biz onları ezberleyemedik, dedik. O zaman Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
– “O duaların hepsini içine alan bir duayı size öğreteyim mi? Şöyle deyiniz: Allâhümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve neûzü bike min şerri mesteâzeke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve ente’l-müsteân, ve aleyke’l-belâğ, ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh: Allahım! Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in senden dilediği hayırları ben de dilerim. Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sana sığındığı şerlerden biz de sana sığınırız. Yardım ancak senden beklenir. İnsanı dünya ve âhirette muradına ulaştıracak sensin. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir.” (Tirmizî, Daavât 89)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Bu dua ve zikirlerin Resûl-i Kibriyâ Efendimiz’in ilâhî nur ile aydınlanmış olan gönlüne vahyedildiği kolayca sezilir. Bu, meselenin bir tarafıdır.
Meselenin diğer tarafı da, Nebiy-yi Muhterem Efendimiz’in okuduğu duaların hepsini öğrenmenin, özellikle bu çağda yaşayan hâfıza fakirleri için pek kolay olmadığı gerçeğidir. Bununla beraber, okudukça insanın gönlüne derin huzur veren bu zengin dua hazinesinden faydalanmak, bu çağın insanı için de kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. İşte bundan dolayı, Resûl-i Ekremsallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbına gösterdiği kolaylıktan istifade etmek, onun bütün dualarını ihtiva eden bu kısa formülü her fırsatta kullanmak gerekir. Onun Medine hurması gibi emildikçe tatlanan, bizi mânevî bir iklimde âdeta kanatlandıran ve Rabbimiz’in rahmet ve sevgisine yaklaştıran diğer dualarını kesinlikle ihmal etmemelidir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu özlü duasını her fırsatta tekrarlamalıyız.
2. Bu kısa dua formülünün, dua ezberlemekte güçlük çekenler için bulunmaz bir nimet olduğunu bilmeliyiz.
Hacet Duası
İbn Mes‘ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından biri şöyleydi:
“Allâhümme innî es’elüke mûcibâti rahmetike ve azâime mağfiretike ve’s-selâmete min külli ismin ve’l-ganîmete min külli birrin ve’l-fevze bi’l-cenneti ve’n-necâte mine’n-nâr: Allahım! Senin rahmetini kazandıracak, bağışlamanı sağlayacak işler yapmayı, her türlü günahtan uzak durmayı, bütün iyilikleri işlemeyi, cennete kavuşup cehennemden kurtulmayı nasip etmeni niyâz ediyorum.” (Hâkim, el-Müstedrek, I, 525. Ayrıca bk. Tirmizî, Vitir 17; İbni Mâce, İkâme 189)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Bu hadîs-i şerîf Hâkim’in el-Müstedrek’inde yukarıdaki şekliyle geçmekle beraber Tirmizî ile İbni Mâce’nin Sünen’lerinde “Hâcet Namazı” konusundaki uzun rivayetin bir bölümünü teşkil etmektedir. Hadîs-i şerîf her üç kitapta farklı sahâbîler tarafından rivayet edilmiştir. Müellifimizin bu rivayeti tercih etmesinin sebebi, belki de onun rivayet konusunda en dikkatli sahâbîlerden biri olan Abdullah İbni Mes‘ûd tarafından rivayet edilmiş olmasıdır.
Hâcet namazına gelince, Tirmizî ve İbni Mâce’nin rivayetlerinden öğrendiğimize göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’dan bir dilekte bulunmak isteyen veya insanlarla bitecek bir işi olan kimsenin güzelce abdest alıp iki rek’at namaz kılmasını, sonra da yukarıdaki duadan daha uzun bir duayı okumasını tavsiye etmiştir.
Allah’ın rahmetini kazandıracak, bağışlamasını sağlayacak işler sayılamayacak kadar çoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde yapılması tavsiye edilen her güzel hareket, her iyi söz, her uygun tavır Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini kazanmaya birer vesiledir. “Rahmetim her şeyi kuşatır” (A‘râf sûresi, 156) âyet-i kerîmesi de bunun en açık dayanağıdır. Kulunun kendine doğru yönelmesi ve bağlılığını arzetmesi Allah Teâlâ’yı memnun eder. Her güzel gün bizi Cenâb-ı Mevlâ’ya yaklaştıracak birer fırsattır. Fırsatları kaçırmak ise akıl kârı değildir.
Bizi Allah’ın rahmetinden uzaklaştıracak olan her günahtan uzak durmaya çalışmak, O’nun rızâsını elde etmeye vesile olacak her iyiliği yapmaya gayret etmek en başta gelen görevimizdir. Bunun yanısıra en büyük düşmanımız olan nefsimizi yenerek bu çabamızda başarılı olabilmek için Cenâb-ı Hakk’ın yardımını dilemek mecburiyetindeyiz. Şüphesiz saadetlerin en büyüğü, Yüce Rabbimizin lutfuyla dünya imtihanını başarmak ve Cennet’e kavuşup Cehennem’den kurtulmaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsanın hedefi Allah’ın rahmetini kazandıracak ve affını sağlayacak işler yapmak olmalıdır.
2. Her günahın insanı Allah’tan biraz daha uzaklaştırdığını düşünerek bütün günahlardan uzak durmaya çalışmalıdır.
3. Her işin başı, Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu elde ederek Cehennem’den kurtulmak ve cennete kavuşmaktır.
Benzer Konu Başlıklarımıza Bakmaya Ne Dersiniz ?
- İslam’da Ahir Zaman Kıyamet Alametleri
- Araç Sigortası Caiz mi?
- Çocuklar Tatilde Ders Çalışmalı mı?
- İslam’da Bayramlaşmanın Önemi
- Cihad nedir fazileti nedir?
- Din ve Dine Olan İhtiyaç
- VATANİ GÖREVİNİ YAPAN KAHRAMAN YİĞİTLERİMİZ BU VATAN SİZE MİNNETTAR
- Hz. Zülkarneyn (as) İle Ye’cüc ve Me’cüc’ün İnanılmaz Hayat Hikayesi – Kur’an’daki Gizemli Hükümdar
İlk yorum yazan siz olun.