İslâm İnsanı Muhafaza Eder
Geçtiğimiz ay yaşanan ve haberlere konu olan elîm hâdiseler, gençliğin içine düşürüldüğü cendereyi gözler önüne seriyor. Cânîler, katiller, psikopatlar aramızda cirit atıyor. Kötülük organize bir hâlde, nesillerimizi zehirliyor, körpe zihinleri ve kalpleri işgal ediyor. Mü’min, bu kötülüklerden kendini nasıl muhafaza edecek? Bu hususta nelere dikkat etmeliyiz?
İslâm, insanı maddi ve manevi birçok yönden koruyan, hayatın her alanını kapsayan kapsamlı bir din olarak öne çıkar. İslâm’ın insanı muhafaza etmesinin yolları ve etkileri şu şekillerde açıklanabilir:
1. İtikadî Güvenlik
İslâm, kişinin iman esaslarına sıkı sıkıya bağlanmasını sağlayarak ruhsal bir sığınak oluşturur. İnanç, insana yalnız olmadığını ve Allah’ın gözetiminde olduğunu hissettirir, bu da psikolojik bir koruma sağlar.
2. Ahlâkî Rehberlik
İslâm ahlâkı, doğruluk, adalet, hoşgörü ve sadakat gibi erdemleri teşvik eder. Bu ilkeler, toplumsal ilişkilerde güven ve huzurun sağlanmasına katkıda bulunur. Ahlâkî bir yaşam sürmek, bireyi hem dünyevi hem de uhrevi anlamda korur.
3. Toplumsal Dayanışma
İslâm, sadaka, zekât ve yardımlaşma gibi ibadetlerle toplumsal adaleti ve dayanışmayı teşvik eder. Bu, bireyin toplum içinde güvende ve desteklenmiş hissetmesini sağlar, sosyal bağların güçlenmesine katkıda bulunur.
4. Hukuki Koruma
İslâm hukukunda adalet kavramı esastır. Can, mal ve namusun korunması için belirlenmiş olan hukuki kurallar, bireylerin haklarını güvence altına alır ve toplumsal düzeni muhafaza eder.
5. Sağlık ve İbadet
İslâm, temizliğe ve sağlıklı yaşam ilkelerine büyük önem verir. Abdest almak, helal gıda tüketmek ve belirli sağlık ilkelerine riayet etmek gibi uygulamalar, insan sağlığını korumaya yöneliktir. Oruç gibi ibadetler, hem ruhsal hem de fiziksel sağlığa fayda sağlar.
6. Manevi Huzur
Dua, zikir ve ibadetler, insanın iç huzurunu ve Allah’a yakınlığını artırarak stres ve kaygının azaltılmasına yardımcı olur. Manevi bağlılık, zor zamanlarda bile kişiye sabır ve metanet sağlar.
Bu maddeler, İslâm’ın insan hayatını nasıl şekillendirdiğini ve bireyi maddi-manevi tehlikelerden nasıl koruduğunu göstermektedir. İslâm, insanı hem dünya hayatında hem de ahiret yolculuğunda koruyan rehber bir yaşam sistemi sunar.
İSLAM MEDENİYETİNDE BAŞLICA NELER VARDI?
Evvelâ secde vardı. Yani namaz o toplumun vazgeçilmeziydi. Namaz hayatın merkezinde yer alıyordu. Büyük bir duygu derinliğiyle îfâ edildiğinden, insanı fahşâ ve münkerden alıkoyuyordu namaz. Huşû ile secdeye giden başlarda kibir kayboluyor, yerini tevâzuya bırakıyordu. Aczinin îtirâfıyla en büyük güce sığınan insan, başına ne gelirse gelsin, gönül huzurunu kaybetmiyor, dâimâ Allâh’a sığınıyordu.
Maddî bakımdan farklı seviyede olan kimseler, aynı safta el bağladığından, ilâhî huzurda eşit olduğunun idrâkini kavrıyor, gönüllerindeki takvâ hissiyâtı dâimâ ziyâdeleşiyordu.
Yine o toplumda samimiyet vardı. Herkes eşiyle, dostuyla, konu-komşusuyla, akrabasıyla can u gönülden alâkadar olurdu. Sunʼî / yapmacık tavırlar olmazdı. Mehmed Âkif’in dediği gibi;
“Kanayan bir yara gördüm mü, yanar ta ciğerim!” hissiyatıyla dertlinin derdine derman olmaya samimiyetle koşulurdu. Bugün sanki insanımız bu hassâsiyeti kaybetti. Evvelâ kendini, hattâ yalnız kendini düşünür oldu.
O toplumda sadelik vardı, kimse gösteriş yapmazdı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bildirdiği; “Sâde yaşamak îmandandır.” (Ebû Dâvûd, Tereccül, 2) hadîsi, en güzel sûrette hayata aksediyordu.
İnsanlar, yiyecek, içecek ve giyim kuşamda, lüks ve isrâfa kaçmıyordu. Nitekim İslâm da, mütevâzı bir hayatı ve sâde bir görünümü, hakikî bir îmânın alâmeti saymaktadır.
Geçenlerde insanların gezdiği, gördüğü yerleri paylaştığı bir sosyal medya uygulaması geçici bir süre kapatıldığında, bazı kimselerin seyahat planlarını iptal ettiklerini okuduk gazetelerden. Sebebi, gidip gezdiği yerleri takipçileriyle paylaşamayıp gösteriş yapamayacak olmasıymış. Bu gösteriş merakı, maalesef her yaş grubunu içine alıyor bugün.
Ecdâdımızın o huzurlu toplumunda sofra vardı. Sofrada yemeğe besmele ile başlanır, hamdele ile bitirilirdi. Herkes sofra başında bir araya gelir, birlikteliğin bereketinden nasiplenirdi. “Toplulukta rahmet, ayrılıkta azap vardır.” (Münâvî, III, 470) buyuruyor Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-. Yemek yerken de yalnız değil, toplu hâlde olmayı tavsiye ediyor.
Görüşülecek bir husus olursa sofra başında istişâre edilirdi. Güngörmüş büyükler, engin tecrübeleriyle yol gösterir, îkaz edilmesi gereken bir husus varsa usûlünce ifade ederlerdi. Gençler de bu tembihleri hürmetle kabul ederdi.
Bugün maalesef istişârelere ehemmiyet verilmediği gibi, evlerde neredeyse faal bir mutfak da kalmadı. Herkes dışarıdan yemek siparişi verir hâle geldi. Fakat bu gelen yemeklerde hangi malzemelerin kullanıldığını ve nasıl bir hâlet-i rûhiye ile hazırlandığını kimse bilmiyor. Bu hususlara bugün çok daha fazla dikkat edip sofraya bütün aile fertleriyle beraber oturmaya çalışmak lazım.
Son olarak o aile ve toplumda maddî-mânevî faydalarla dolu bir seyahat kültürü vardı. İbret almak, mübarek yerlerden feyizyâb olmak, sıla-i rahimde bulunmak, yetim, garip ve kimsesizlerin gönüllerini hoşnûd etmek, en temel gâyelerindendi bu seyahatlerin. Çünkü Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bilhassa yetim ve garipleri ziyaret eder, onları sevindirmekle sevinir, onları doyurmakla huzur bulurdu.
Velhâsıl bütün bu fazîletli davranışlar ilâhî rahmeti celbeden, gönülleri mânen besleyen hususlardı.
Benzer Konu Başlıklarımıza Bakmaya Ne Dersiniz ?
İlk yorum yazan siz olun.