Sosyal medya hesaplarımızı hemen takip edin.
Sohbet Girişi
* Şifreniz yoksa boş bırakabilirsiniz.
Kategoriler
Sizin İçin
Popüler Yazılar

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri Sözleri?

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri Sözleri?
Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri Sözleri?

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nden Hikmetli Sözler ve Tavsiyeler

Mahmud Sami Ramazanoglu Hazretlerinden Hikmetli Sozler Ve Tavsiyeler  Dinisohbeti.net
Mahmud Sami Ramazanoglu Hazretlerinden Hikmetli Sozler Ve Tavsiyeler Dinisohbeti.net

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden hikmetli sözler ve tavsiyeler…

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: “Din, nasihattir.” (Müslim, Îmân, 95)

Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa muhteşem ikrâmı, ebedî ve mükemmel mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim; baştan sona hikmettir, öğüttür, nasihattir, ibret dolu kıssa ve bin bir hissedir.

Başta sahâbî efendilerimiz olmak üzere, bütün Hak dostları Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamana yayılmış zirve mâhiyette, müstesnâ talebeleridir.

MAHMUD SÂMİ RAMAZANOĞLU HAZRETLERİ’NDEN HİKMETLİ SÖZLER VE TAVSİYELER

Herkes Cenâb-ı Hakk’ın kulu değildir, mahlûkudur. Hakikî kul olan, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini kâmilen îfâ eder ve nehiylerinden külliyen sakınır. İşte kul budur. Yoksa gaflet ile vakit geçiren, ibâdet ve tâate ehemmiyet vermeyen kimseler, kul olamazlar.
(M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 217)

İNCİTMEMEK ve İNCİNMEMEK

Sâmi Efendi Hazretleri, Dârulfünûn’da hukuk tahsilini ikmâl etmiş bir genç idi. Memleketine dönmeye hazırlandığı günlerde, Bâyezid Meydanı’nda bir Allah dostuyla tanıştı. Bu zât, tahsilini öğrenince kendisine şu telkinde bulundu:

“–Sizi yeni bir tahsile başlatmama müsaade eder misiniz?”

Bu tavsiyeyi kabul eden Sâmi Hazretleri, M. Es‘ad Erbîlî Hazretleri’nin dergâhına intisâb etti.

İlk dersi kimseyi «incitmemek», son dersi de «asla incinmemek» olan bu mâneviyat tahsiline başlayan Sâmi Hazretleri; dergâhın genç bir hizmet eri oldu. Dergâhta bulunan kadîm müridler bile ona hayran oldu.

Dergâhtaki umûmî hizmetlerin yanında, daha husûsî hizmetler gerektiğinde de yine genç Sâmi Efendi ilk koşanlardan olurdu.

Es‘ad Efendi’nin müridleri arasında, mânevî derecesi çok ilerilerde olan Cide Müftüsü Hüseyin Efendi de bulunmakta idi. Hayli yaşlanmış olan müftü efendi hastalanmış, bakımı da çok güç hâle gelmişti. Dergâhta bu yaşlı zâtın memleketine, evlâtlarının yanına gönderilmesi istenince Sâmi Efendi -rahmetullâhi aleyh-;

“–Müsaade edilirse bu mübârek zâtın bakım ve hizmetini yapmak isterim!” dedi ve bu hizmeti de büyük bir edep ve hassâsiyetle îfâ etti.

Bu hâlis niyet ve nâzik hizmetin karşılığı olarak da müftü efendinin şu duâsına mazhar oldu:

“Allâh’ım! Bu yaşıma kadar bu kuluna ikrâm ettiğin mânevî lütuf ve ikramların hepsini aynen bu genç evlâdımıza da ikrâm eyle!..”

ESAS TAHSİL

Bir gün, M. Sâmi Efendi Hazretleri’nin ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret’in duâsını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti. Huzûruna girip el öperken;

“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika’da okuyup mühendis oldular. Duâlarınızı istirhâm ederiz!” diye takdim etmişti.

Sâmi Efendi -rahmetullâhi aleyh- ise tebessüm ederek onlara;

“–Fakir de Dâru’l-Fünûn mezunuyum.

  • Asıl tahsil, «mârifetullâh»ın tahsilidir!” buyurdu.

(Mustafa ERİŞ, Mahmud Sâmi Efendi’den Hâtıralar, I, 20-21)

TEBLİĞ ÜSLÛBUNUN GÜZELLİĞİ

Sâmi Efendi -rahmetullâhi aleyh- bir defasında bir nişan merasimine davet edilmişti. Damadın yüzüğünün Hazret tarafından takılması talep ediliyordu. Sâmi Efendi Hazretleri tepsideki yüzüğün altın olduğunu görünce, hiç kimseye bir şey demeden kendi yüzüğünü çıkarıp damadın parmağına taktı ve;

“–Bunu bugünün hâtırası olarak kabul edin, altın yüzüğü de hanımınıza hediye edersiniz!” buyurdu.

(Mustafa ERİŞ, Mahmud Sâmi Efendi’den Hâtıralar, I, 24)

Böylece İslâm’ın, altından yapılan süs eşyalarını erkeklere yasakladığını gayet nâzik bir üslûpla ve fiilî olarak tâlim etmiş oldu.

KAPIDAKİ KİŞİ

Bir hac mevsiminde Sâmi Efendi
-rahmetullâhi aleyh- ve mânevî evlâtları Mekke-i Mükerreme’de, Türkistanlı Abdüssettar Efendi’nin Ciyad semtindeki evinde kalıyorlardı. Efendi Hazretleri’nin odası sokağa karşı, refiklerininki ise içe doğru idi. Bir öğle vakti, arkadaşlarının bulunduğu odanın kapısına teşrif ederek;

“–Dışarıda bir kişinin galiba yemeğe ihtiyacı var!” buyurdu.

Hizmetinde bulunan mânevî evlâtlarından biri, hemen verilecek yemekleri hazırlayıp kapıya çıktığında, ortalıkta kimseyi göremedi. Beklemeyip gittiğini tahmin ederek geri döndü. Sekiz-on dakika geçmişti ki Hazret yeniden kapıda göründü;

“–Tekrar geldi, içeriye bakıyor.” buyurdu. Yine hizmetinde bulunan evlâtlarından biri, tekrar yemekleri alıp kapının önüne çıktığında, dilini sarkıtmış içeriye bakan hayvancağızı, yani acıkmış olan köpeği gördü. Hemen yemekleri olduğu gibi önüne boşalttı. Hayvancağız çok acıkmıştı ki hepsini yiyiverdi.

İşte o büyük Hak dostunun nezâket ve tevâzuu böyleydi. Köpeği cins ismiyle çağırmamış, «kişi» tâbirini kullanmıştı.

(Bkz. Sâdık Dânâ, Sultânü’l-Ârifîn, sf. 35-36)

Sâmi Efendi Hazretleri; Medîne-i Münevvere’de eski bir evde kalırken, kendisine bir oda hazırlanır. Bu esnada, odanın bir köşesinde bir yılan görülür. Herkes ürperir. Fakat Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri;

“–Kendi hâline bırakınız.” buyurarak, yılan gibi zararlı bir mahlûkāta dahî merhamet gösterirler.

Hakikaten de yılan kendiliğinden çekilip gider.

Mahlûkātına dost olan, onlara şefkat eden bir mü’min, onların «Hâlık»ıyla dostluğa nâil olur!..

HÂFIZLIĞIN KIYMETİ

Efendi Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’i hâliyle, kāliyle ve muhabbetle yaşayan bir hâfız efendi geldiğinde ona iltifat eder, yanına alır ve şöyle bir hâdise anlatırdı:

“–Adana’da bulunduğumuz günlerde bir nakl-i kubûr zarureti olmuştu. Bu kabirlerden biri de ilmiyle âmil bir hâfız efendiye aitti. (Takrîben 60 sene evvel vefât eden) bu hâfız efendinin kabri açıldığında, kefeni dahî bembeyaz durmakta idi. Şüphesiz bu hâl, yüce Allâh’ın gerçek hâfızlara husûsî bir ikrâmı idi.”

ÖNCE TEMİZLİK

  • Bir yaradan önce cerahat temizlenir. Cerahati temizlenmedikçe yaranın üzerine merhem sürülmez. Sürülse de fayda vermez.

(Dolayısıyla haram ve günahlardan el çekmek, sevap ve hayırlara gayret etmekten daha öncelikli bir vazifedir. Bir Mecelle kaidesinde denildiği gibi; “Def’-i mefâsid, celb-i menâfîden evlâdır.”

Yani zarar verecek şeyleri defetmek, fayda verecek şeyleri kazanmaya çalışmaktan daha önce gelir. Bunun içindir ki mânevî hayatta da önce iç temizlik, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi zarûrîdir.)

KASVETİN TESİRİ

“Beylerbeyi’nde oturan Âdil Bey isminde, mânevî hâl sahibi ve keşfi açık bir zât vardı. Zaman zaman ziyaret ederdim. Bir gün bana şu tavsiyelerde bulundu:

«Kendini gafillerden koru! Onlarla oturup sohbet etme! Zira kalpten kalbe in’ikâs olur. Karşındakinin günah hâli sana sirâyet eder. Sirke küpünden sirke sızar, bal küpünden bal sızar.

Sohbet, istişâre ve iş; sâdık ve sâlih kişilerle olmalıdır. Sâdık ve sâlih olmayan kimseler kendilerine zulmetmişlerdir. Onlarda hayra doğru bir meyil görülmediği takdirde, zarûrî olan görüşmeyi yapıp, oturmadan derhâl uzaklaşmalıdır.»

Daha sonra başından geçen bir hâdiseyi nakletti:

«Hicrî 1340 senesinde İstanbul’da Ayasofya Camii’nde mevlid okundu. Cami, mahfillerine kadar doluydu. Âlimler ve talebeler hep sarıklı olarak camide yerlerini almışlardı. O zamanki cemaatin ekserîsi ilim ehli olduğundan, muhtelif hâlleri topluluğa başka bir heybet verirdi. Zamanın güzîde hâfızları Kur’ân-ı Kerim ve mevlid-i şerif okumaya başladılar.

Fakir de kürsüye yakın bir yerde oturmuş, dinliyordum. Biraz sonra bir kabz hâli geldi. Sıkıldım, bunaldım, daraldım… Hâlbuki Ayasofya gibi bir camide, cemaat-i müslimîn içinde, Kur’ân ve mevlid okunurken böyle bir kabz ve sıkılma hâli olmaması gerekirdi.

Merakla sebebini araştırdım. Bir de ne göreyim, karşımda kasvet-i kalbe müptelâ olmuş bir adam var! Göğsü göğsüme karşı gelmiş… Oradan akis alarak sıkıldığımı anladım ve yerimi değiştirdim. Biraz ferahladım. Fakat bunun tesirini bir hafta kadar üzerimden atamadım…»

Böyle hâller birçok mü’minin başından geçmiştir. Binâenaleyh insan, yanında veya karşısında oturanların; sâlih, sâdık ve kalbi saf kimseler olmasına dikkat etmelidir.”

(Bkz. M. Sâmi Efendi, Mükerrem İnsan, s. 62-63; Bayram Sohbetleri, s. 39)

  • Adana’da bukalemun denilen bir hayvan yaşardı. Çocukluğumuzda onu merakla seyrederdik. Hayvan hangi cismin üzerinde gezerse onun rengini alırdı.

İşte kalp de böyledir. Yanındakilerden renk alma kabiliyeti vardır. Huzurlunun yanında huzur alır, gafilin yanında gaflet alır. Bunun için de gafillerin yanında fazla oturmamalıdır, zarûrî iş ve ihtiyaç görülünce hemen ayrılmalıdır.

(M. Sâmi Efendi, Bayram Sohbetleri, s. 39-40)

TESLÎMİYETLE GELEN ŞİFÂ

  • Teslîmiyet tam olmalı… Teslîmiyet noksan olursa, netice ve feyz olmaz! Kalbin uyanması, nefsin ıslahı, sadrın açılması, bedenin zikri, hep teslîmiyetle olur.

Benim bir hemşirem (kız kardeşim) vardı, yürüyemezdi. Âdetâ kötürüm gibiydi. O devirde Adana’da bulunan bütün doktorlara gittik. Dışarıda da gidebildiğimiz bütün doktorlara gösterdik, çare bulamadılar. Nihayet bize;

«–Mersin’den Toroslara çıkınca orada Kaplanca Baba isminde bir zâtın türbesi var. Hastayı götürün, orada bir gece durdurun. Allâh’ın izniyle o zâtın duâ ve rûhâniyeti şifâ vesilesi olur.» dediler.

Bütün tıbbî ümitlerimiz kesildiği için annemle birlikte hemşiremi oraya götürdük. Geceleyin hemşirem birden bir feryâd etti. Annem;

«Acaba aklına, şuuruna bir şey mi oluyor?!.» diye endişelendi, hemşiremin yanına koştu;

«–Kızım ne oldu?» dedi.

Hemşirem;

«–Güzel yüzlü bir amca geldi, ayağıma iyice bastırdı, biraz canım yandı ama, elhamdülillâh iyileştim! Aman Allâh’ım, yürüyorum!» diyordu.

Biz de hayretle yanına vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük ve sırtımızda götürdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi. O günden sonra hemşirem, vefât edinceye kadar bir diz ağrısı dahî görmedi.

İşte burada en mühim tesir, teslîmiyetin tam oluşundandır. Yoksa başkaları da gitmişler, kimisine faydalı olmuş, kimisine olmamış…

(Bkz. M. Sâmi Efendi, Bayram Sohbetleri, s. 28-29. Bkz. Allah Dostunun Dünyasından: Hacı Mûsâ TOPBAŞ Efendi ile Sohbetler, haz. Erkam Yayınları, 1999, s. 195)

CÂHİLİYYE KARANLIĞINDA

–Ey birâder!

  • Vakit âhirzamandır. Din zayıflamış; sünnet terk edilmiş, bid‘atler ise her tarafa yayılmıştır. Böyle karanlık bir devirde, en mühim şey olan akāidi ve diğer dînî ilimleri tahsil etmeye gayret eylemek zarûrîdir. (M. Sâmi Efendi, Musâhabe, I, 101)

İLK ve SON ŞART

  • Kulun duâsına icâbet olunması için;

İlk şart; helâl lokma ile gönül âlemini ıslah eylemek,

Son şart ise ihlâs ve huzûr-i kalptir.

Yani Cenâb-ı Hakk’a lâyıkıyla yönelmektir.

Eğer ağza konulan lokma helâl değilse, o kimsenin ihlâslı ve huzurlu olması, mâsivâyı terk edip Hakk’a yönelmesi çok zordur. (M. Sâmi Efendi, Musâhabe, II, 8)

DAĞ GİBİ

–İstikamet sahibi, dağ gibi müstakîm olmalıdır.

Çünkü dağın dört alâmeti vardır:

  • Sıcaktan erimez,
  • Soğuktan donmaz,
  • Rüzgârdan devrilmez,
  • Sel alıp götürmez. (M. Sâmi Efendi, Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsîri, s. 145)

MÂNEVÎ BİR TABİP GEREK

  • Bedenî hastalıklardan şifâyâb olmak için bir tabîbin teşhis ve tedavisine ihtiyaç olduğu gibi; kibir, haset, dünya sevgisi gibi kalbî hastalıkların tedavisi için de bir mânevî tabîbin tedavisine daha fazla ihtiyaç olduğu hakikatinden gaflet edilmemelidir. (M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 146)

HER ZAMANIN NASÎBİ FARKLI

  • Evliyâullah yağmur gibidir.

Maddî yağmur olmadan beşerî hayatın bekāsı mümkün olamayacağı gibi, mânevî yağmur olmadan da mükevvenâtın bekāsı mümkün değildir.

Her yağmurun zamanına göre faydası olduğu gibi, «evliyâullâh»ın da zamanına göre faydaları vardır. Her birinin Cenâb-ı Hak katında ayrı bir mevkii vardır. Bu sebeple önceki zamanlarda geçen evliyâullah ile sonradan gelenleri mukayese etmemelidir.

Meselâ birkaç asır evvel irtihâl eden «evliyâullâh»ı bu zamanda insanların ekseriyeti kabul ederler.

Bunun sebebi şudur:

  • Vefât eden «evliyâullâh»ın şu anda irşad vazifesi yoktur. Bu sebeple şeytan onların tasdik edilmesine mânî olmaz. Ancak şeytan, insanları, hayatta bulunan, irşâda memur kâmil velîlere yaklaştırmamak için büyük gayretler sarf eder, onları inkâr ettirmeye çalışır. Çünkü şeytan, mü’minlerin selâmetini hiç arzu etmez. (M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 160)

İKİ CİHAD

  • Küçük cihâdın gayesi şehâdet, büyük cihâdın gayesi sıddîkıyettir.
  • Sıddîkların derecesi ise şehidlerin derecesinden üstündür. (M. Sâmi Efendi, Bakara Sûresi Tefsîri, s. 273)
  • Bütün düşmanlar iyilik edince dostluğa döner, fakat nefs asla dost olmaz! Ona ne kadar iyilik edersen et, o daha çok azar ve azılı düşman olur, onunla cihad ve mücadele de gittikçe zorlaşır.

Bu sebeple nefisle cihad, en büyük harptir ve bu hepimize farz-ı ayndır. (M. Sâmi Efendi, Bayram Sohbetleri, s. 30-31)

DUÂNIN MENBAI

  • Bazıları;

«–Filân duâyı şu kadar okursanız şu murâdınız hâsıl olur.» gibi ifadeler kullanırlar.

  • Kalp temiz olmadıktan sonra duâyı çok okumak fayda vermez.

Meselâ dünya üzerinde pek çok su mevcuttur. Menbaı birdir. Lâkin kimisi gayet güzel ve tatlıdır, kimisi ise bataklıkta olup içilmez ve faydası olmaz. Öyleyse her hâlükârda menbaın temiz olması lâzımdır. Menbâ ne kadar temiz olursa, suyun kıymeti o nisbette artar. İşte aynen bunun gibi, mânevî bir menbâ olan kalbin de temiz olması lâzımdır. (M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 152-153)

GERÇEK HAYÂ

  • Gerçek hayâ, Cenâb-ı Hakk’ın  men ettiği günahları, kimsenin olmadığı yerde, «Cenâb-ı Hak işitir,görür, bilir…» diye îmân ederek terk etmektir.(M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 207)

İÇ DÜNYAMIZ

  • Mü’min, içindeki düşünce ve emelleri başkası işittiğinde mahcub oluyorsa, o hakikî mü’min değildir. (M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 210)

ZARARI HASETÇİYE

  • Haset edersen, hasedin, düşmanına değil sana zarar verir. (M. Sâmi Efendi, Hz. Yûsuf, s. 21)

CENNET BİLETİ

  • Kur’ân-ı Kerim, mü’minler için cennete davet tezkeresidir.

(M. Sâmi Efendi, Musâhabe, I, 46)

İKİ ESAS

  • Kibri ve zulmü âdet edinen kimsede saâdet olmaz.

Zira saâdetin sebebi ikidir:

Yani:

  • Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine tâzim,
  • O’nun bütün mahlûkātına şefkat ve merhamet…

(M. Sâmi Efendi, Musâhabe, I, 91)

HAKK’IN HEDİYESİ

  • Sâil (muhtaç), Cenâb-ı Hakk’ın bir hediyesidir.
  • Sâili boş çevirmek; «Cenâb-ı Hakk’ın hediyesine ihtiyacım yok!» demektir.
  • Verecek bir şeyiniz yoksa onu tatlı bir sözle gönderiniz!

Husûsiyle akşam namazından sonra gelen sâillere dikkat etmek lâzımdır.

(M. Sâmi Efendi, Musâhabe, VI, 207)

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -rahmetullâhi aleyh- (Altın Silsile 34) – Sesli Kitap

Benzer Konu Başlıklarımıza Bakmaya Ne Dersiniz ?

admin 28

İlk yorum yazan siz olun.

Cevap bırakın
Gerekli alanlar işaretlenmiştir. *

Copyright © 2024 - Tüm hakları saklıdır. Dinisohbeti.net islami sohbet sitesi AsBuLuT_CINN
 
Araç çubuğuna atla